insan, attığı adımdan sonra daha başarılı, daha iyi olmak istiyor her zaman. kararsızlık zamanları hele, hangi seçeneği oylamalıyım, nasıl olmalıyım, nasıl bir halde olacağım bu seçimimden sonra...
ne olur ki üzülmeyeyim, ne olur! bir yanda hayaller, bir yanda sevgi... ikisinin gideceği ortak bir yol yok mu? bu sefer yok. hayallerinizi gerçekleştirmeyeceğiniz insanla beraberseniz, her 3-5 ayda bir ilişkinizi ve hayallerinizi sorgulamaya mahkumsunuz. ama, işin kötüsü ondan vazgeçemiyorsunuz bile işte.
doğru seçeneği işaretlemiş olmalıyım. öyle olmak zorundayım.
her zaman kariyerimi ön plana koyacak ve asla aşık olmayacaktım, 19 yaşında aşka düşünce, ne bok yiyeceğini şaşırıyor insan bilir misiniz? hayallerinize başlama yaşınızdır oysa ki. neden? ÜNİVERSİTE! YURT DIŞI HAYALLERİ! KARİYER HEDEFİ!
hele ki boktan bir ailede yetişmişseniz, bunlar ekstra önemli oluyor. üstelik belki de güvensizlik sorununuz sizi her yerde yarı yolda bırakabiliyor.
ha, bu arada yıllardır içimde tuttuğum şu şeyi söylemeliyim: EĞER BOŞANACAKSANIZ, EVLENMEYİN ARKADAŞIM! MAL MISINIZ?! YA DA BİZİ Mİ MAL GİBİ GÖRÜYORSUNUZ?!
evet, nerde kalmıştım? hah! sevgiye olan son şansı veriyorum. bu şans da boşa giderse, sevmeyeceğim bir daha!
"aaa! daha 21 yaşındasın amaa!" o da şansını iyi değerlendirseydi!
8 Eylül 2012 Cumartesi
4 Eylül 2012 Salı
Psikoloji Seansları 1
baştan söylüyorum ki sadece içimi dökmek anlatabilmek için yazıyorum, bi bok beklemeyin bu yazıdan. artık sevgilim, eski sevgilim olmuş olabilir de onu anlatacağım.
hiçbir şey yapmak istemediğiniz zamanlar oldu mu? yemek yememek, konuşmamak, okumamak, uyuyamamak, tuvalete bile gitmemek gibi...
bahsetmiştim geçenlerde, patron götümden ayrılmıyor ve kimselere anlatamıyorum diye. anlattım birkaç kişiye daha sonra, inanamadılar çünkü hiç beklemedikleri kişiydi o.
anneme anlatamadım: o kadar çok felsefik konuşma yapacaktı ki, uğraşamazdım onunla,
babama anlatamadım: babam yok,
arkadaşlarıma söyleyemedim: dalga geçeceklerdi,
sevgilime söyleyemedim: sürekli tatil süresince aklında kalacaktım "acaba ne yapıyordur" diye. ben de bir süre susmayı denedim.
bu süre zarfı içerisinde hiçbir şeyi yapmak istemedim ve yapmadım da. iş yerinde yemeğe çıkıp, yemeği alıp yiyemedim, sevdiğim kimseyle bu konu hakkında konuşamadım, moda dergilerinden başka hiçbir yazıyı elime geçirmedim, uyuyamadım ölü gibi gezindim... ama sorun, ölü gibi gezinmem oldu.
sevgilim dün kızdı bana "duvarla konuşuyorum sanki" diye. sonra da "kıçına yıllar önce tekmeyi basmam gerekiyordu." dedi. olanların altında ezilmiş, büzülmüş, şu an en çok ihtiyacım olan sevgilimin uzaklarda olmasıyla ayrı bir mutsuz olmuştum ve soğuktum biraz ama biliyordum zaten o gelir gelmez düzelecekti bu. ama fırsat vermedi. "tatilimi mahvettin sürekli surat asıyorum." dedi. "nolur üsteleme, sen gelince düzelecek işte" dedim ama dinletemedim. sonra çok kızdım ve "arama bi daha beni o zaman." dedim ve kapattım. ardından, patronun asıldığını mesaj attım ve ne kadar kötü hissettiğimi, cevap gelmedi, aramadı, dönmedi. nasıl bir halde olduğumu bile bile beni yalnız bıraktı.
tatilini hiç siklemiyorum artık işin aslı. umrum bile değil. ama bu köşeye sıkışmışlığımı bile umursamaz tavrı, hakaretleri...
hiçbir şey yapmak istemediğiniz zamanlar oldu mu? yemek yememek, konuşmamak, okumamak, uyuyamamak, tuvalete bile gitmemek gibi...
bahsetmiştim geçenlerde, patron götümden ayrılmıyor ve kimselere anlatamıyorum diye. anlattım birkaç kişiye daha sonra, inanamadılar çünkü hiç beklemedikleri kişiydi o.
anneme anlatamadım: o kadar çok felsefik konuşma yapacaktı ki, uğraşamazdım onunla,
babama anlatamadım: babam yok,
arkadaşlarıma söyleyemedim: dalga geçeceklerdi,
sevgilime söyleyemedim: sürekli tatil süresince aklında kalacaktım "acaba ne yapıyordur" diye. ben de bir süre susmayı denedim.
bu süre zarfı içerisinde hiçbir şeyi yapmak istemedim ve yapmadım da. iş yerinde yemeğe çıkıp, yemeği alıp yiyemedim, sevdiğim kimseyle bu konu hakkında konuşamadım, moda dergilerinden başka hiçbir yazıyı elime geçirmedim, uyuyamadım ölü gibi gezindim... ama sorun, ölü gibi gezinmem oldu.
sevgilim dün kızdı bana "duvarla konuşuyorum sanki" diye. sonra da "kıçına yıllar önce tekmeyi basmam gerekiyordu." dedi. olanların altında ezilmiş, büzülmüş, şu an en çok ihtiyacım olan sevgilimin uzaklarda olmasıyla ayrı bir mutsuz olmuştum ve soğuktum biraz ama biliyordum zaten o gelir gelmez düzelecekti bu. ama fırsat vermedi. "tatilimi mahvettin sürekli surat asıyorum." dedi. "nolur üsteleme, sen gelince düzelecek işte" dedim ama dinletemedim. sonra çok kızdım ve "arama bi daha beni o zaman." dedim ve kapattım. ardından, patronun asıldığını mesaj attım ve ne kadar kötü hissettiğimi, cevap gelmedi, aramadı, dönmedi. nasıl bir halde olduğumu bile bile beni yalnız bıraktı.
tatilini hiç siklemiyorum artık işin aslı. umrum bile değil. ama bu köşeye sıkışmışlığımı bile umursamaz tavrı, hakaretleri...
1 Eylül 2012 Cumartesi
Güçlü Kadın Hikayesi
"merhaba! nasılsıın?"
"iyiyim sen?"
"bomba gibiyim! bak anlatıyim sana....."
diye başlayan muhabbetlerden çok sıkılmıştım bi ara. çünkü mutlu olmam ben kolay kolay. anlık mutluluklar yaşarım ve genellikle bok gibi hissederim. bunun için, zamanla;
"merhaba!nasılsın?"
"bok gibiyim!- kötüyüm"
diye cevap vermeye başladım. ama bir yan etkisi vardı. "neyin vaar?!" sorusu gelince, anlatmak istemediğim her şeyin boğazımda düğüm düğüm olduğunu hissederdim. aslında sadece iyiyim demek istememekten, sorunlarımı anlatmayı sevmiyorum. en azından artık. anlatmamak hoşuma gitmeye başladı. bu yüzden son günlerde
"merhaba! nasılsıın?"
"iyi iyi. sen?"
e dönüştü. işime gelmeye başladı. erkek arkadaşım sorunlarımı dinleyip surat asmamaya başladı, arkadaşlarımın kafası sorunlarımla dolmamaya, ben de her zamanki mutlu görünüşüme döndüm. hatta kötü olduğumu söylesem, insanlar görünüşümün bunu inkar ettiğini söylediler.
staj yerimden bir patron ya daaa, eleman asılıyor bana. can sıkıcı. kim olduğunu bilmiyor kimse. bilmeyecek zaten. yanından nasıl kaçacağımı her geçen gün şaşırmakla birlikte, sürekli yanımda bitiveriyor ve kaçmamla da akşam telefonları başlıyor.
"sikmek" denilen doğa olayını üzerimde gerçekleştirmek istediği çok açık. şu herif sokaktan herhangi biri olsa da yüzünün üstüne bir tane geçirebilsem hayaliyle, o tombul dudaklarını yumruklarımla patlatma isteğimle yanıp tutuşuyorum. kimse kimdir nedir bilmiyor. sevgilim bilmiyor. annem bilmiyor. arkadaşlarım, dostlarım bilmiyor. sadece ben biliyorum ve bunu anlatmamak, bana yönelecek tüm bakışları engelliyor.
acıyarak bakılması hoşuma gitmiyor. güçsüzlüğümü saklamak, güçlüymüşüm gibi göstermek en büyük hayalim. aslında güçlü bir kadın olmak, korkularımı gizlemek... aslında asla korkusuz güçlü olamadım ama bunu bana diyen birine tekme yumruk girmek hoş olabilir.
20 Haziran 2012 Çarşamba
2012'de Türkiye'deki Demokrasi
bunlar dindarım diye geçinirler sözde, ağızlarından allah kitap eksik olmaz. ama benim bildiğim dinde yaşlılara saygı göstermek vardır. hadi dini geçtim, ananelerimizde vardır. ama bu orospu çocukluğundan başka bir şey değildir. insanlar da hala görmesin. gözlerine soksan gözlerini kapatırlar. domalmış sıranın onlara gelmesini bekliyorlar. bu neyin kafası? nedir yani?
sorulan bir sorudan bile korkuluyorsa, nasıl bir başkanlık sistemi bu?
13 Haziran 2012 Çarşamba
Patlama Anı
demin telefonuma tam kontör yüklemişken bi mesaj geldi:
telsiz kullanım ücretinden kalan borcunuz 1.17 TL devlete ödenmek üzere hattınızdan tahsil edilmiştir.
lan! oldum hemen. tam olarak 100 liraya çeviren kampanya miktarı kadar yüklemiştim ve şimdi de o para uçtu gitti, yüklememin bir anlamı kalmadı. şu sıralar maddi sıkıntı içerisindeyim. daha fazlasını yüklemek göt ister hani. ben de, siktiri çektim, son zamanların tüm sinirini devlete küfrederek ve ağlayarak çıkardım:
sevgilimle görüşemiyordum, param yoktu, işe kabul edilmeme rağmen ertelenen organizasyonlar nedeniyle birkaç hafta daha cebimdeki para belliydi.
perşembe günü, yani yarın, sevgilim yazlığına gidecek. kafa dinlemek açısından mı, değil. tüm ailesi orada olduğundan ve sürekli onu çağırdıklarından. büyük ihtimalle, tüm yaz orada. ancak haftada ya da iki haftada bir gelebilecek yanıma. belki daha uzun sürede bir.
babamın ne kadar orospu çocuğu olduğunu anlatmış mıydım? beni karşılayacağını unutup saatler geçtikten sonra annemin arkadaşının kapının önünden beni alması, anneme silah çekmesi ve bunun nedeninin annemi aldatması ve bunu annemin anlamış olması, tanesi yirmi kiloluk iki çuvalı elime tutuşturup "bunu kargoya teslim et" demesi, yeni karısı beni istemiyor diye benimle görüşmeyi kesmesi, arkadaşlarının ağzına sakız yapması ve beni asla korumaması, karşı odama sokakta yaşayan bir adamı kimse yokken eve sokup yerleştirmesi ve kızıma tecavüz eder mi, arka tarafta kıyamet kopsa duymayız diye düşünmemesi....
son zamanlarda baba özlemi içerisindeyim. ama kendi babama değil, iyi bir aileye. her şey televizyonlarda anlatıldığı kadar basit olsaydı, "aman psikolog bey, boşanalım mı çocuklar etkilenir mi?" gibi salak sorulara yer verilseydi... dünya öyle değil. insanın amına koyar sonra ters çevirip tekrar koyar... 1.17 lira için değil bu isyanım, her konuda ağzıma sıçılmış olması ve bunun gibi aptal bi şeyle patlak vermesi...
10 Haziran 2012 Pazar
Annelere Göre Temizlik Kavramı
annelerin, bir yere koyduğunuz eşyanızı, saçma sapan yerlere sıkıştırmasına, kurutmaya çalıştığınız gülleri suya koymasına, sürekli görmek istediğiniz, çerçevelediğiniz fotoğrafları, raflara kaldırmasına, yatağın üzerinde durduğu için pis zannettiği kıyafetlerinizi yıkamasına ve eskidiğini düşündüğü ama manevi değeri olan eşyalarınızı konu komşuya verme işlemine TEMİZLİK denir. ayrıca "anneye bağırılmaz!"
"Onunla Uzun Süre Görüşmeyeceksin" 2
gitti. gelmişti dün, onunla beraber uyudum ve gitti. sıcacık dudaklarında kayboldum, elini bırakmadan uyudum...
kendi yatağından başka tüm yatakları yadırgayan sevgilim uyuyamadı gene. sabahın köründe uyandı. huzursuzdu. huzursuzluğunu hissetmek en koyan şeydi. açık ve net işte: koydu. ama yapabileceğim ne vardı ki sonuçta... bir gün bile ailesinden başka bir insanın yanında yaşamamıştı. ama aslında, her şeyi düşünmemi engelleyen şeyi söylemişti bana: buradayken hiçbir şey düşünmüyorum. aylardır ilk defa hiçbir şey düşünmeden bir film izledim.
sadece uyku sorunu. geceyi kendine ait olmayan bir ortamda geçirme ve ertesi gün, erken kalkması gerektiği sorunu, uyutmadı. sabaha karşı o asla durmayan ama 10-12 saattir durmuş beyni, gene çalışmaya başladı. zorla kahvaltı masasını açtım, çünkü yemek yemekten nefret eder, yedik ve gitti...
kapıyı daha kapatmadan gene gözlerim doldu, "onunla uzun süre görüşmeyeceksin." engel olamadım, hiç olamam. musluk gibi gözlerim ve burnum var. sırf böyle zayıf olmamak için, kaya gibi duyguları olan bir insan olmak isterdim. hiçbir şeyin etkilemeyeceği bir insan. ama sabahtan beri sürekli, onu uzun süre göremeyeceğimi düşünüyorum. nasıl engellerim bu duygumu.
ilk defa okuyan birinin tavsiyesini istiyorum, siz olsanız ne yapardınız?
9 Haziran 2012 Cumartesi
"Onunla Uzun Süre Görüşmeyeceksin"
haftalardır, hatta aylardır bu günü bekliyorum. sevgilinizle görüşemediğiniz zamanlar oldu mu hiç? haftada bir görüşebildiğiniz, bir ay aradan sonra yatakta sadece bir saat geçirebildiğiniz ve bu kadar zaman boyunca mutsuz olup, dengenizi görüşemeyeceğinize göre ayarladığınız...
ben bünyemi kontrol edebilmeye çalışırım. genellikle beceririm de. mesela onunla görüşemiyorsam, beynimi "onunla uzun süre görüşmeyeceksin" diye ayarlar, onunla görüşünce mutsuz olurum. çünkü önümüzdeki zamanlarda gene görüşemeyecek olduğumu bilirim. beynimi en baştan kontrol etmem gerekir, ayrılır ayrılmaz "onunla uzun süre görüşmeyeceksin."
bu şekilde mutlu olmayı öğrenmeye başladım. hayatımız istediğimiz gibi ilerleyemiyor ne yazık ki. olmuyor. her gece sevdiğinizin kollarında uyuyamıyorsunuz, onu her ihtiyacınız olduğunda göremiyorsunuz, ama bir şekilde kendinizi bu düzene alıştırmanız gerekiyor. ama sonunda bir umut olmalı işte, benim bu rutin sırasında mutlu olmamı sağlayan tek düşünce "9 haziran akşamı, onunla beraber uyuyacağım" dı.
bu gece, onunla beraber uyuyacağım. öğleden beri, yemek, film, seks... mutluyum işte şimdi. yarın onun arkasından kapıyı kapar kapamaz, gene tek düşüncem: "onunla uzun süre görüşmeyeceksin." olacak.
8 Haziran 2012 Cuma
Deprem Korkusu
depremden ölesiye korkarım ben. şimşek çaktığında duyduğum korku hiç kalıyor yanında. son birkaç yıldır iğneden de çok korkuyorum ve bu korkumdan dolayı defalarca doktora gitmeden hastalığın geçmesini beklediğimi hatırlıyorum da...
çocukken yoktu bu denli korkum. depremmiş, iğneymiş, şimşekmiş... sanki deprem olursa herkes ölür ama ben ölmezdim, iğne dediğin küçücük bir cız acısı yaratıyordu, şimşek de asiliğini belirtiyordu hepimizin üstünden parlaya parlaya... ama 16-17 yaşımdan sonra, bir şey oldu. her şeyden korkmaya başladım. deprem, beni öldürebilirdi, şimşek doğanın üstün bir gücü ve hepimizden kuvvetliydi, iğne de vücuduma giren, canımı hiçbir şey kadar çok yakmayan yabancı bir maddeydi.
dün gece, deprem oldu. 5.1 miş. sürekli "şu an kafamın üzerinde dolabımda duran bir lamba var, kafama düşecek şimdi ve ben öleceğim!" diye düşündüm olduğum yerde kilitlenip. deprem bitti, bir iki dakika geçti, gözlerimi açtım ve başımın üzerine baktım, lamba yoktu. ben onu haftalar önce yüklüğe kaldırmıştım. olduğum yerde kilitlendim dakikalarca, sadece yanaklarımdaki yaşı fark ettim ve kalktım yatağımdan. bir sağa bir sola... 35 m2 evin içerisinde dolandım durdum. bir banyoya bir balkona...
sonra 35 m2 büyük geldi, 2 m2 bile olmayan yatağıma girdim ve hareketsiz yatmaya başladım. bedensel değil, ruhsal üşümeye maruz kalıp, üzerimi sıkı sıkı örttüm. uyumaya çalıştım.
bu yaş ilerledikçe korkuların azalması gerekirdi diye düşünürdüm. 17 ağustos depreminde kılım bile kıpırdamamışken, 5.1'lik depremde öleceğimi düşünüp kafama lambanın düşmesini beklerken hayattan vaz geçmiştim bile...
4 Haziran 2012 Pazartesi
"Dinde Zorlama Yoktur!" muş...
dinde zorlama yokmuş. öyle derler. duydum. bebekliğimden beri anneannemden, babannemden, teyzemden, halamdan, dedemden , konudan komşudan duydum. güldüm.
farkında mısınız çocukluğumuzdan beri "zorunlu din eğitimi" alıyoruz. kaçımız hocalarımızdan memnun kaldık? kaçımızın hocası bize düşünmeyi öğretti? ben çok iyi hatırlıyorum ki, ilkokuldaki din öğretmeninin bize şu sözleri söylediğini:
- kur'an'ı allah'ımız yüce rabbimiz, peygamberimiz aracılığıyla bize göndermiştir. söyle ahmet?
+ öğretmenim peki islam'a inanmayanlar ne olacak? mesela daniel arkadaşımız müslüman değil. hristiyan.
- allah'ımız der ki kur'an'a, peygamberimize ve yüce rabbimize inanmayan her aklı yerinde insan oğlu, cayır cayır cehennemde yanacaktır! o arkadaşınız da günü gelecek ahirette yanacak. ama sizler müslümansınız. iyi birer müslüman olursanız, allah'ımız size cennetinin kapılarını sonuna kadar açacaktır.
+ ama onun dinini de allah göndermedi mi? sadece farklı bir peygamberle, farklı bir kitapla gönderdi.
- yahu inanmayın. o kitap sadece gavurları yönetmek için uydurulmuş bir kitaptır! asıl din islam'dır! en son kitaptır!
şimdi küçücük çocukların kafasına, inanmazsan yanarsın!, inanmazsan cehenneme gidersin! diye fikirleri sokarsanız, nasıl bir zorlama olmaz ki?
ayrıca benim tanrım madem bu kadar yüce ve hoşgörülü bir varlık, nasıl bir cezalama yöntemidir ki cehennemde cayır cayır yakmak? şimdi ister kızın ister haklı bulun ama, bu şekilde bir eğitim yöntemi yüzünden belki de tamamen saçma geldiğinden ben dinlere inanmıyorum. suçlayamazsınız ya beni. zorlama yok.
işin özü; bir insanı ne kadar üstelerseniz ya korkup ya da büyük bir hayranlık duyup o öğrettiğiniz dine sığınıyor, ya da hepsini saçma bularak bütün dinlere bir uzaklık hissediyor. biri çıkıyor bu inançlara sahip insanları sömürerek siyaset yapıyor, bir diğeri de çıkıyor "sen insanların inançlarını sömürüyorsun" diye bağırıp, inananların nefretini, "bu adam inançsız" hissi yaratarak kazanıyor. bir diğer "din adamı" da fuhuş yaparken yakalanıyor. diyeceksiniz ki e dini kullanıyorlar da kötü gösteriyorlarsa sen neden laf ediyorsun ki? sonuçta kötü olan din değil, onu kullananlar.
ya en başından beri kullanılıyorsa bu şekilde? insanları inançlarıyla yönetmek ne kadar da basit. ya en başından beri amaç zaten buysa? gülün geçin siz bana en iyisi. ama ben, eteğime laf edip, türbanının altından bin bir iş yürüten insanlara inanmıyorum. her davranışım yanlış sözde, her sözüm ayıp, eteğim kıyamet alameti. ama ne olur bırakın artık peşimi! bana bir şeyleri inandırmaya çalışmayın. bu kadar yobazlaşmayın, yozlaşmayın.
ve unutmadan: "daniel cehenneme gitmeyecek."
2 Haziran 2012 Cumartesi
"İhtiyacım Var"
geçen gece kutlama yaptık. arkadaşlarım ve erkek arkadaşım sınıfı geçtiler. cin almışlar. oldukça fazla cin tonik içtik. ben alkolden çabuk etkilenen bir insanım, alkolü de sevdiğim düşünülürse oldukça iyi bir kafaya sahiptim. iyiydi. sonra bir arkadaş dert yanmaya başladı, ama ne dert... bir saat kadar konuştu, sonunda sıkılıp içeriye kaçtım. bir şeyler karaladım. birdenbire...
kustu! ama ne kusmak! salondan başlayarak, klozete kafayı koyup uyuyacak derecede...
herkes onun başına toplanmışken, yaptığım iş başvurularına bakayım belki gündüz cevap gelmiştir dedim. gelmiş. kabul edilmemişim.
insan kafası iyiyken böyle bir hüsrana kapılınca ne yapar bilir misiniz? kendini ispatlama çabasına girer. nasıl olur bu: ben bu işte başarısız oldum. ama ben aslında çok başarılı bir insanım. o zaman ben tek başıma çıkıp bir şeyleri başarmalıyım!
gecenin bir köründe, bir sağa bir sola savrularak para çekmeye gittim. taksi tutacak ve sarhoş arkadaşı evine bırakacaktık. evet! bu işi yapmalıydım!
evden çıktım. etraf çok fazla sarsılıyordu. en küçük hareketim çok büyük bir etki yaratıyordu. ama şükürler olsun ki midem çok iyiydi. içki muhteşem bir şeydi!
sokakta kimseler yoktu ama ana cadde muhakkak kalabalıktı ve ben oradan yürümeliydim. şurdaki parka biri çekse, çoktan başbakanın bile parmakladığı vajinamızı, birileri parmaklardı. kürtajmış! sana ne lan! ama bu herif, gündem değiştirmekte çooook iyi!
insanlar şehir dışına giden otobüslere biniyorlardı, kimisi gecenin o saatinde ful makyaj, 24 saat yolculuk edecekleri otobüslerine doluşuyorlardı. baba oğul yürüyüp, evine varmak isteyenler vardı, sokak kenarlarında biraz sonra üst kata çıkacak olan ve ilk öpüşmelerini yaşayan çiftler...
bankamatiğe ulaşmam 15 dakikamı aldı sanırım, çok bir iş başarmış gibi mutluydum. şimdi işin diğer kısmı kalıyordu ki, asla başaramayacaktım sanki, taksi bulmam gerekliydi. ama bir baktım ki evin bir aşağı sokağından her saniye boş taksi geçiyor.
eve vardım. herkes beni bekliyormuş meğer. neredeymişim! neden tek gitmişim! erkek arkadaşım kendine kızıyor, seni bu kafayla nasıl tek bıraktım neden gitmene bir şey demedim ki!
cevap açıktı aslında: "ihtiyacım var"
şu an erkek arkadaşıma bile 30 lira borcum var. ama para kazanıp da verebileceğim, hatta birazdan taksiye binsek, ona verecek param yok!
dertleeer, dertler!
orospu çocuğu babam da arayıp, kızım bir şeye ihtiyacın var mı? demediği için, kendimi ortada kalmış hissediyorum. çok açıktı. o salak yola çıkmamın tek sebebi "ihtiyacım var" dı.
kustu! ama ne kusmak! salondan başlayarak, klozete kafayı koyup uyuyacak derecede...
herkes onun başına toplanmışken, yaptığım iş başvurularına bakayım belki gündüz cevap gelmiştir dedim. gelmiş. kabul edilmemişim.
insan kafası iyiyken böyle bir hüsrana kapılınca ne yapar bilir misiniz? kendini ispatlama çabasına girer. nasıl olur bu: ben bu işte başarısız oldum. ama ben aslında çok başarılı bir insanım. o zaman ben tek başıma çıkıp bir şeyleri başarmalıyım!
gecenin bir köründe, bir sağa bir sola savrularak para çekmeye gittim. taksi tutacak ve sarhoş arkadaşı evine bırakacaktık. evet! bu işi yapmalıydım!
evden çıktım. etraf çok fazla sarsılıyordu. en küçük hareketim çok büyük bir etki yaratıyordu. ama şükürler olsun ki midem çok iyiydi. içki muhteşem bir şeydi!
sokakta kimseler yoktu ama ana cadde muhakkak kalabalıktı ve ben oradan yürümeliydim. şurdaki parka biri çekse, çoktan başbakanın bile parmakladığı vajinamızı, birileri parmaklardı. kürtajmış! sana ne lan! ama bu herif, gündem değiştirmekte çooook iyi!
insanlar şehir dışına giden otobüslere biniyorlardı, kimisi gecenin o saatinde ful makyaj, 24 saat yolculuk edecekleri otobüslerine doluşuyorlardı. baba oğul yürüyüp, evine varmak isteyenler vardı, sokak kenarlarında biraz sonra üst kata çıkacak olan ve ilk öpüşmelerini yaşayan çiftler...
bankamatiğe ulaşmam 15 dakikamı aldı sanırım, çok bir iş başarmış gibi mutluydum. şimdi işin diğer kısmı kalıyordu ki, asla başaramayacaktım sanki, taksi bulmam gerekliydi. ama bir baktım ki evin bir aşağı sokağından her saniye boş taksi geçiyor.
eve vardım. herkes beni bekliyormuş meğer. neredeymişim! neden tek gitmişim! erkek arkadaşım kendine kızıyor, seni bu kafayla nasıl tek bıraktım neden gitmene bir şey demedim ki!
cevap açıktı aslında: "ihtiyacım var"
şu an erkek arkadaşıma bile 30 lira borcum var. ama para kazanıp da verebileceğim, hatta birazdan taksiye binsek, ona verecek param yok!
dertleeer, dertler!
orospu çocuğu babam da arayıp, kızım bir şeye ihtiyacın var mı? demediği için, kendimi ortada kalmış hissediyorum. çok açıktı. o salak yola çıkmamın tek sebebi "ihtiyacım var" dı.
29 Mayıs 2012 Salı
Jilet Kırmızısı Paltolu Sarışın Kadın 5
"neyin var senin! neden hiç konuşmuyorsun benimle? bir şey mi yaptım?"
"beni yalnız bırakır mısın?"
"şu ergen triplerini bırakır mısın? bir derdin mi var senin?"
"sadece, konuşmak istemiyorum."
elime bilekliğini aldım.
"bu bende kalabilir mi?"
"hayır, geri ver onu bana."
sinirlenip bilekliğini yere atmıştım.
"sana iyilik yapmak istiyorum ama sen tek iyi bir harekette bulunmuyorsun bana! yeter! ne bok yersen ye!"
konuşmadım sonra. bir hafta kadar konuşmadım. geceleri uyuyamıyordum da. sürekli neden bana öyle davrandığını çözmeye çalışıyordum. bulamıyordum. ertesi sabah, daha fazla dayanamadım, önündeki masaya gittim oturdum.
"nasılsın?"
"iyi."
"konuşmuyor muyuz hala?"
"konuşuyoruz."
"barışalım mı?"
sarıldım sonra. parfümü hala çok güzeldi. ardından iki saat boyunca, aynı pozisyonda oturdu. ellerini oturduğu yerin altında birleştirmiş, kafasını sıraya dayamıştı. sonra o küçük not defterine bir şeyler karaladı. yanına gittim.
"bir sorunun mu var?"
"yok, iyiyim. ben dışarı çıkacağım."
"not defterini okuyabilir miyim?"
"bilmiyorum..............................sen bilirsin."
şiir... jilet kırmızısı paltolu kadın
yağmurun altında ona bakan buğday saçlı kızın ona baktığında hissettiklerini yazmıştı. ben olamazdım. olmamam gerekirdi. en yakın arkadaşım olarak kabullenmeye başlamıştım. başka çarem yoktu. defteri bıraktım ve yerime oturdum. geldi.
"okudun mu?"
"evet.."
"güzel olmuş mu?"
"yazdıklarının en güzeli."
"ilk defa beğendin."
"evet. ilk defa sanırım."
"beni yalnız bırakır mısın?"
"şu ergen triplerini bırakır mısın? bir derdin mi var senin?"
"sadece, konuşmak istemiyorum."
elime bilekliğini aldım.
"bu bende kalabilir mi?"
"hayır, geri ver onu bana."
sinirlenip bilekliğini yere atmıştım.
"sana iyilik yapmak istiyorum ama sen tek iyi bir harekette bulunmuyorsun bana! yeter! ne bok yersen ye!"
konuşmadım sonra. bir hafta kadar konuşmadım. geceleri uyuyamıyordum da. sürekli neden bana öyle davrandığını çözmeye çalışıyordum. bulamıyordum. ertesi sabah, daha fazla dayanamadım, önündeki masaya gittim oturdum.
"nasılsın?"
"iyi."
"konuşmuyor muyuz hala?"
"konuşuyoruz."
"barışalım mı?"
sarıldım sonra. parfümü hala çok güzeldi. ardından iki saat boyunca, aynı pozisyonda oturdu. ellerini oturduğu yerin altında birleştirmiş, kafasını sıraya dayamıştı. sonra o küçük not defterine bir şeyler karaladı. yanına gittim.
"bir sorunun mu var?"
"yok, iyiyim. ben dışarı çıkacağım."
"not defterini okuyabilir miyim?"
"bilmiyorum..............................sen bilirsin."
şiir... jilet kırmızısı paltolu kadın
yağmurun altında ona bakan buğday saçlı kızın ona baktığında hissettiklerini yazmıştı. ben olamazdım. olmamam gerekirdi. en yakın arkadaşım olarak kabullenmeye başlamıştım. başka çarem yoktu. defteri bıraktım ve yerime oturdum. geldi.
"okudun mu?"
"evet.."
"güzel olmuş mu?"
"yazdıklarının en güzeli."
"ilk defa beğendin."
"evet. ilk defa sanırım."
Jilet Kırmızısı Paltolu Sarışın Kadın 4
ben bir aşk hikayesi anlatıyorsam, kötü taraflardan kaçınmayı yeğlerim. bu yüzden, hala hatrıma gelince sinirimi bozan ayrıntıları düşünmek, yazmak, paylaşmak istemiyorum. eğer o anlattığım kişi, okursa bunları, bu blogu keşfeder, kendini görür ve şaşırırsa, onun da sinirini bozmak istemem.
bir sene geçmişti anlattıklarımın üzerinden. bu sefer de,"amadeus'u izlemeye gelir misiniz?" diye soruyordu. kimse istemedi. moralinin nelere bozulduğunu artık çok iyi biliyordum. ailesi evde yoktu, yalnız kalmayı sevmiyordu ve arkadaşları arasında sürekli daha da popüler olmaya çalışıyordu. ama varoş okuluna gittiğimizi unutuyordu. kim izlemek ister ki amadeus mozart'ı o okulda!
"ben gelirim."
"başka kimse gelmeyecek ama."
"önemli değil. ben merak ediyorum. annenin müthiş dolmalarından varsa daha çok isteyebilirim tabi!"
evet, o dolmaların tadını iyi biliyordum! çünkü, nedenini hatırlamadığım bir şekilde, daha önce o eve gitmiştim. annesi de, lahana sarması yapmıştı ve hayatımda bu denli lezzetli bir dolma yememiştim! doğru tahmin, ben de o eve girenlerden biri olmuştum o bir yıl içerisinde. sözel sınıfında.
"üzgünüm dolma yok."
filmi izlerken farklı koltuklarda oturduk. sonradan anlattığına göre, benim çekinmememi istemiş. ona zarar vermememi. ben de merak etmiştim, neden böyle bir şey düşüneyim ki? diye. orası uzun hikaye, merak edenlere ya da günün birinde içimden gelirse anlatabilirim. ama sanırım gelmeyecek asla...
filmin bitmesine yarım saat kala, bakışımı yakalaması kötü olmuştu. en azından ben çok utanmıştım.
"gel gel! otur şöyle yanımda!"
gülümseyerek yanına gidip oturmuştum. ama ne öpmüştü, ne elimi tutmuştu, ne elini omzuma atmıştı... sadece yanında oturuyordum işte. film bitti... ben ağlıyordum sonunda tabi ki, izleyenleriniz bilir.
ama, o evden nasıl çıktım, ne dedim, nasıl davrandım hatırlamıyorum.
birkaç hafta sonra, yağmurun başladığı bir gün, önünde durup bir şeyler demek ister gibi uzun uzun baktım.
"n'olur bakma öyle!"
bir sene geçmişti anlattıklarımın üzerinden. bu sefer de,"amadeus'u izlemeye gelir misiniz?" diye soruyordu. kimse istemedi. moralinin nelere bozulduğunu artık çok iyi biliyordum. ailesi evde yoktu, yalnız kalmayı sevmiyordu ve arkadaşları arasında sürekli daha da popüler olmaya çalışıyordu. ama varoş okuluna gittiğimizi unutuyordu. kim izlemek ister ki amadeus mozart'ı o okulda!
"ben gelirim."
"başka kimse gelmeyecek ama."
"önemli değil. ben merak ediyorum. annenin müthiş dolmalarından varsa daha çok isteyebilirim tabi!"
evet, o dolmaların tadını iyi biliyordum! çünkü, nedenini hatırlamadığım bir şekilde, daha önce o eve gitmiştim. annesi de, lahana sarması yapmıştı ve hayatımda bu denli lezzetli bir dolma yememiştim! doğru tahmin, ben de o eve girenlerden biri olmuştum o bir yıl içerisinde. sözel sınıfında.
"üzgünüm dolma yok."
filmi izlerken farklı koltuklarda oturduk. sonradan anlattığına göre, benim çekinmememi istemiş. ona zarar vermememi. ben de merak etmiştim, neden böyle bir şey düşüneyim ki? diye. orası uzun hikaye, merak edenlere ya da günün birinde içimden gelirse anlatabilirim. ama sanırım gelmeyecek asla...
filmin bitmesine yarım saat kala, bakışımı yakalaması kötü olmuştu. en azından ben çok utanmıştım.
"gel gel! otur şöyle yanımda!"
gülümseyerek yanına gidip oturmuştum. ama ne öpmüştü, ne elimi tutmuştu, ne elini omzuma atmıştı... sadece yanında oturuyordum işte. film bitti... ben ağlıyordum sonunda tabi ki, izleyenleriniz bilir.
ama, o evden nasıl çıktım, ne dedim, nasıl davrandım hatırlamıyorum.
birkaç hafta sonra, yağmurun başladığı bir gün, önünde durup bir şeyler demek ister gibi uzun uzun baktım.
"n'olur bakma öyle!"
Jilet Kırmızısı Paltolu Sarışın Kadın 3
"hafta sonu benimle tiyatroya gelecek olan var mı?"
diye sordu bir gün. en yakın arkadaşları, hayatlarında ya hiç tiyatroya gitmemişler, ya da nefret ediyorlardı. ama ben, tiyatro oyunlarına oldum olası bayılırdım. üstelik, yetkin dikinciler oynuyordu baş rolde: müfettiş.
"ben gelirim."
"birkaç kişi daha gelecek. bıdıdı ve bıdıdı da gelmek istiyor."
gelmediler. dediğim sebepleri saymışlar.
"bizimkilerin gelmemesi çok saçma. tiyatro sevilmez mi!" dedi.
"bilmem, ben çocukluktan beri giderim."
"gerçekten mi! ben ilk defa geçen sene gittim!"
salak esprilerim de vardı tabi, buradan anlatmak istediğimi zannetmiyorum. sadece "salak espri" olarak bilin, yeter.
sonra sordu:
"peki hiç operaya gittin mi?"
"hayır. gitmedim."
"ben geçen sene gittim. tek. gelecek kimseyi bulamamıştım."
"bu oyuna da kimseyi bulamasan tek mi gelecektin?"
"evet. bence tek gitmek sorun değil. çevremde benimle aynı şeyleri seven kişi pek yok. abim de istanbul'da değil. eskişehir'de okuyor. yoksa onunla gidebilirdim."
oyun, tam anlamıyla müthişti. ilk buluşmamızdı. ama ilk buluşmamızın onun için bir önemi yoktu. sadece oyuna gelecek biriydim ona göre. onun ilgisi başkasındaydı. kara kaşlı kara gözlü, muhafazakar bir ailenin "şirin mi şirin" kızı. yazdığı tüm şiirleri, oyunları ona yazıyordu. şimdi hatırladım, lise 2'ydi!
gözü kimseyi görmez, kulağı kimseyi işitmez bir halde, bir buçuk yıl, o kızla göz göze gelebilmek için uğraştı. sonunda elini tutabilmeyi başardı ama. onunla olmayacağını anlayınca, üst sınıflardan bir çocukla vakit geçirmeye başlamıştım. cılız, sarışın, mavi gözlü ve inanılmaz sıkıcı bir çocuktu. sarışın mavi gözlü herkes yakışıklı değildir, bunu unutmayın. geçirdiğimiz sıkıcı randevulardan sonra, ayrıldım. ertesi sabah, sınıf kapımızın karşısındaki bir odanın girişinin basamağına oturdum.
beş dakika sonra o geldi.
"bir şey anlatacağım sana."
"tamam."
"bekle."
geldi basamakta yanımda kalan yere oturdu.
"ben ayrıldım dün."
"ayrıldın mı? neden peki?"
"bana göre değilmiş işte. onu anladım."
"bir şey diyeyim mi? ben de ayrıldım dün."
"sahi mi?! neden?"
"bana göre değilmiş."
arkadaşça yapılmış bir açıklamaydı sadece. birine anlatma, söyleme isteğinden kaynaklanan. birkaç dakika sonra, yanımıza başka bir kız geldi.
"çocuklar, ben ayrıldım dün."
26 mayıs, birilerinin birilerinden ayrılma günü gibiydi. astrolojik açıdan mıydı neydi bilmem ama çok gereksiz insanlarlaydık hepimiz de.
bir gün, onun yanında otururken, kalemim yere düştü. parfümünün kokusu geldi burnuma. o kadar güzeldi ki... sonra malum açıklama işte "ben sözele geçmeye karar verdim."
Jilet Kırmızısı Paltolu Sarışın Kadın 2
üniversite için her zaman büyük hayallerim oldu. yeni arkadaşlar edinecektim, çimlerin üzerinde oturup insanlarla muhabbet edecek ve müthiş bir çevre yapacaktım, ailemden uzakta, şehir dışında okuyup, kendime bir ev tutacak, bir yandan salak bir işte çalışıp, bir yandan okuyacak, geleceğin büyük avukatlarından olacaktım.
bir gün, benim ölümüne sevdiğim çocuk, zamanında biricik dostum olan şahıs, "ben sözele geçeceğim. tm de yapamıyorum." dedi.
onunla ayrı sınıflarda okumak demek... zaten karşısında hiç olmayan şansımı, daha da yokuşa koşardı. neden şansım yoktu: çok sevimliydi, çok popülerdi ve çok güzel bakmasına rağmen, ben öyle bakmadığı kızlardandım. en yakın arkadaşı ben değildim, ama benim en yakın arkadaşım oydu. nereden anlamıştım olmadığımı, diğer arkadaşlarını çoktan evine davet edip ailesiyle tanıştırmış ve az çok bir yer edindirmişti hayatında.
insanlar onu evlerine, kafelere, sinemalara davet ediyorlardı. büfenizde, aile üyelerinden birinin zamanında getirdiği ve zamanla tozunu almaya bile üşendiğiniz biblolar olur ya, öyle bir histi içimdeki. sanki onunla aynı sınıfta okumasak, ben unutulacaktım.
"alo? ben de sözele geçeceğim. pazartesi gidecek misin okula?"
dilekçemi vermeye gittim. işin garibi, dilekçe yazmayı bile bilmeden, sözel bölümü seçiyordum.
"ne harika! artık avukat olamayacağım! leydimizin sivri dilini iyi kullanacağı başka bir iş bulması lazım artık!"
çıkışa kadar göremedim onu. sürekli gözüm kapıdaydı, ama girmiyordu bir türlü. ben tam okulun kapısından çıktım, karşıdan geliyordu: tüysüz, sarışın, kocaman gözleri ve kafası olan, gergin çocuk... ellerini o denli yiyordu ki, artık şekli bozulmuş, saçma sapan bir hal almıştı. aklına ne zaman bir şiir dizesi gelse, not defterini çıkarır, ona bir şeyler karalardı. işin kötüsü; çok kötü şiir yazardı. ama sevgili arkadaşları bu şiirleri her zaman severdi. "sen ilerde çok büyük bir şair olacaksın!" derlerdi. oysa ben gerçekçi davranıp "üzgünüm ama beğenmedim." diyip, sürekli daha da uzaklaştırırdım onu kendimden.
"dilekçe mi vermeye geldin?"
"ben dilekçemi verdim."
"ben kararsızım, sence geçmeli miyim sözele?"
geçmeli miydi?! ben onun için dilekçemi vermiştim ve artık avukat olamayacağım çok açıktı!
"tabi ki! anladığım kadarıyla sen de benim gibi matematik özürlüsün! matematikte bir şey yapamadan nasıl öss'yi kazanmayı beklersin ki!"
"haklısın... ben giriyorum."
"ben bekleyeyim mi?"
"sen bilirsin."
sen bilirsin! umutsuz vakalara aşık olmakta üstüme tanıyamadım henüz! çocuğun beni sevmeyeceği apaçık belliydi işte! ama artık, gene, aynı sınıftaydık. her ne olursa olsun okulda onsuz bir gün çekilemezdi.
ve ben, bir avukat olamadım.
28 Mayıs 2012 Pazartesi
Jilet Kırmızısı Paltolu Sarışın Kadın
yalnızlıktan sıkıldım. kaç kişi sürekli yalnızlık duygusu yüzünden depresyona girer aramızda bilemiyorum. ama ben sık sık muzdaribim bu konudan.
kimisinin arkadaş çevresi çok iyidir, sevgilisi yoktur; kimisinin sevgilisi vardır, arkadaş çevresi yoktur; kimisinin hiçbir şeyi yoktur; kimisinin de hem sevgilisi hem de müthiş bir arkadaş çevresi vardır. en kıskanılacak olanı tahmin ettiğiniz gibi; sonuncu.
ben hiçbir zaman iyi arkadaş çevresi edinebilenlerden olmadım. en kötü ihtimalle iyi arkadaş çevresi edinip, dostsuz kaldım. beceremedim. gel bi bira içelim desem, gelecek kimse yok. en kötüsü, sevgilim bile gelmez.
haftalardır sevişebilmeyi geçtim, görüşemedik bile. olmadı. bende de rahatsızlık sorunu var. yani kafam her konuda rahat olmazsa, bacaklarımın birbirine kenetlenmesi ve bir daha açılamaması durumu... o evin içerisinde dört saatten az kalırsam, fahişe gibi hissediyorum, gibi...
dün gece, telefon geldi: abim erkenden gidecek, gelir misin?
: akşam sınavım var.
: yani?
: peki. gelirim.
her şeyin normal gelişmesi üzerine, ertesi sabah evdeyken "abi okula gelmen lazım ödev teslimi!" diye telefon geldi, tam ben seks sonrası uyuşukluğumu yaşarken, sevgilime. gözlerimin dolduğunu, ellerimin titrediğini ve inanılmaz kötü hissettiğimi saklamaya çalışarak, bir anda yataktan fırlayıp giyindim.
er kişi de bu hareketimle: ne oldu?
: işin gücün var, ben gidiyim.
: gitme gitme. bana sütlü kahve yapar mısın?
akabinde hemen sütlü kahve yapmaya gittim. her saklanabildiğim yerde ağlamaya başladım. bu, ona kızgınlığımdan mıydı, yoksa mutlu olabileceğim tek günde bile her şeyin ters gitmesi, benim zaten kötü olan moralimi daha da mı kötüleştirmişti...
o da kötü hissediyordu belki, ama benim bu ruh halimin gidişatı nereye varacak bilemediğimden, garip davranmaya başladığımı fark ettim artık.
yakın arkadaşım yok sayılır. sınav için okula gittiğimde, beni masasına davet edecek arkadaşlarımın olduğunu da gördüm, uzun uzadıya muhabbet ettiklerimin de. ama sınav dönemindeyiz, herkes kafasını notlara gömmüştü. "biraz dertleşebilmek için neler vermezdim" diye düşünüp derdimi anlatmaya başladığım, veya kafamı dağıtmak için uğraştığım zamanın yalnışlığı "e sus artık!" cevabına vesile oldu. karşılıklı dalga geçmek için yaratılmış olduğunu düşündüğünüz arkadaşınızın bile tepkisi şu oluyor "şimdi seninle ne geyik çevirirdim de, kalıcam, dinlemem lazım!"
akşam olup da, er kişiyi aradığım zaman büyük bir heyecanla, cevabı şu oluyor:
babamın telefonuna müzik yüklüyordum.
siktir git o zaman! diyesi geliyor insanın. diyemiyor. boğazınızın düğümlendiği zamanlar olur ya...
yalnızlık kötü şey. yıllardır içinde bulunduğum şu depresyon halinden kurtulamadım. lisedeyken, kabullenmiştim ben yalnızlığı, çünkü orta 1 den beri annemle babam boşanmış olduğu için kimse arkadaşlık kurmamıştı benimle.
sonra bir gün "jilet kırmızısı paltolu sarışın kadın" oldum.
25 Mayıs 2012 Cuma
En Destursuz Rüya
kıçın açıkta kalması tabirini duymuşsunuzdur, ama böyle bir rüya için bir kıç yetmez... başka nerem açıktı bilemiyorum ama, pek bir destursuz rüyaydı lan, baştan söylüyorum: mantık aramayın! sonra derseniz ne salak lan bu veronik ne bok şeyler yazıyo, o, hayatımda gördüğüm en saçma rüyayı anlatmam kaynaklı. izninizle, derin bir iç çekerek başlıyorum:
kuzenim, alelade bir adamdan hamile kalmıştı ve silent hill'deki hastaneye benzeyen bir yerde, doğum yapıyordu. ama doktoru da yoktu, doktoru, tüm sülalemizdi. sonra nereden aklıma esiyorsa, saçlarımın bembeyaz olduğunu ve sevgilimle buluşacağımı düşündüm, babaannemle saç rengimiz aynı diye onun şu çalkalanan boyasını alıp, saçıma sürdüm, bir baktım ellerim kıpkırmızı olmuş! meğer ben kırmızı boya sürmüşüm kumral saçlarıma... deli gibi yıkamaya çalıştım durdum, üst tarafın rengi geçti ama arka kısmı kıpkırmızı kalmıştı. saçlarımı kurulamak için, hastanedeki "otel odasına" gittim. bir baktım anneannem gelinlikler içerisinde! dedemin vefatı 2 sene olmuştu, bizim 70'lik çıtırımız, en büyük boy gelinliği üstüne giymiş, elinde de bir çiçek! "anneanne kırmızı kurdele de ister misin?" dedim ilk ifademde o da her zamanki gibi "dalga geçme benimle! kabuğunu beğenmiyo şuna bak!" neyse efendim, saçlarımı kuruttuktan sonra "el kurutma makinesinde" ben okula gittim. okul ilk defa bu denli büyüktü. yakışıklı ve siyah giyiminden kendini belli eden ülkücü bir çocuk bana yazmaya başladı. e kimin hoşuna gitmez ki, yürümeye başlayınca sapa bir sokağa çıktığımızı fark ettim. "ne işimiz var burada?" dediğim anda üstüme saldırdı hayvan ama, kurtulup koşmaya başladım. arkamda o da vardı, uzuuuun bir süre koşuştuk ve ben, "insanların toplanma mekanı" na vardım. tanıdığım tanımadığım bir sınıf dolusu kalabalık vardı. benim kaçırılmamı konuşup dua gibi bir şey ediyorlardı. arapça değildi o kesin. ertesi gün nereden vardık bilinmez, eskişehir turuna başladık. ama ben anneannem ve babaannemle çok sıkılan kuzenime ve kendime bir kıyak geçerek dedim ki: biz yarın anadolu üniversitesine gideriz, sonra da ben çiğ börek ısmarlarım kuzenime. bu çocuk öss'ye girecek, görsün üniversite nasıl bir yermiş! biz çıktık onunla başladık gezmeye. ertesi gün gene "insanların toplanma mekanı"na gittik. birini kurban ediyorlardı. "ne yapıyorsunuz siz!" ama onlar gene ayin ya da bir şey esnasındalardı ve beni duymadılar. 2-3 kişi aynı kostümü giymiş, öldürülen ise tek rengi giymişti, taşlar buldum sonra aynı o kıyafet desenlerinde...
rüya büyük ihtimalle devam ederdi, ama benim kapım o anda zorlanınca, uyandım. "hassikktiirrrr!" şeklinde uyandım hatta. "noluyo lan!" meğer, aşağı komşunun arkadaşı kalıyormuş evde, kız anahtarı vermiş ona, o da ev, bizimki zannetmiş... yoksa... yoksa....
yoksası yok işte.. kıçım açıkta kalmış olmuş bitmiiiş!
24 Mayıs 2012 Perşembe
Kızlar Arasında: Penis Boyu Dedikoduları
kızların birbirlerine her şeyi ama her şeyi anlattıklarını bilir misiniz? yani yatakta kalmasını istediğiniz bir sorununuz varsa, o, yatakta kalmayacaktır. kız tarafı o sorunu en yakın kız arkadaşlarına anlatacaktır. ve onlar da diğerlerine diğerlerine diğerlerine... erkekler, ilişkilerine ciddi bakıyorlarsa da, kimseye anlatmazlar olan biteni. ancak çok üstünkörü olabilir, ya da ima edebilir. ama kızlar, ah kızlar ah!
ilk ne zaman, nerede, kiminle, hangi pozisyonda, kaç dakika sevişmiş ve penisi kaç santim... sevgili erkekler; sevgilinizin en yakın arkadaşları penis boyunuzu biliyor. şaşırdınız mı? lisedeki en yakın arkadaşımın erkek arkadaşıyla yatması ve çocukla ilgili her şeyi öğrenmem, sadece bir iki saat sonrasıydı. ve başka bir sürü arkadaşımın hikayesini de ertesi gün, penis boylarıyla birlikte öğrendim. çok da umrumdaymış bilmem kimin penisinin uzunluğu gibi.
işin garibi, düşündüm de, sanırım benim gibi bazı konularda ketum olanlar da var. mesela ben sadece gecenin en güzel taraflarını anlatıp, ayrıntı kısımları atlamaya çalışır, bu yüzden çok sinir ederim insanları. kızgınlık ifadesi de şudur ki: "ben sana söyledim amaaaaa!" (sevgili tikicanıma burdan sevgiler!)
evet... şimdilik bu kadar yeter. görüşürüüz!
20 Mayıs 2012 Pazar
Seni Unutmayacağız Atam!
Dün 19 Mayıs'tı. Ata'mızın, Samsun'a çıkarak kurtuluşumuzun savaşını başlattığı gün. söz verdim kendime. "Bu sene boşu boşuna geçirmeyeceğim!" Anıtkabir'e gitme hayalim vardı. Olmadı. Ben de kaptım bayrağımı, çıktım Şişli'deki yürüyüşe katıldım. Bu da oradan küçücük bir kare. 19 Mayıs'ı engellemeye çalışan ibnetorlara gelsin!
Unutmadık, unutmayacağız!
Senin gibisi gelmedi bu dünyaya Atam!
Unutmadık, unutmayacağız!
Senin gibisi gelmedi bu dünyaya Atam!
Akkarin'e İthafen
günlerdir kendimi evime kapattım, kurgu yapıyorum. final ödevimiz için gerekli kurgu benim ellerimden geçmeli, kurgucum asiliğini ilan etti. ben de siktiri çektim.
her hareketin önemine, her ses vuruşuna, ses tonuna, renk düzenlemesine bakıyorum sürekli. annem isyan etti ve beni koçtaş a götürdü bugün. eşyaların üzerindeki her renk, anons yapan kızın sesindeki bir anlık düşüş... bunlar hep kulağımı gözümü beynimi sikti geçti.
o değil, ben hala bu kurguyu bitiremedim. sanırım gözlerimin altı çöktü. normalde bana bakan, gözlerimi mememi baldırımı bacağımı görmeye çalışan insanlar siklemedi bile. iyidir iyi!
o değil de, kattniss akkarin misin nesin?! gel lan yardıma! ebem sikildi!
14 Mayıs 2012 Pazartesi
Oldu Bunlar 2
eğer sevdiğiniz kişi size ihtiyaç duyduğunu söylerse, ona yardıma mı koşarsınız, yoksa ne kadar evden çıkmak istemediğinizi söyler durur musunuz?
eğer ikinci seçenek size söylenirse, sevgiden şüphe etmez mi insan? eder işte. geri kalan hayatını geçirmek istediği insan bunu söylerse, güvenini kaybeder. bunun anlaşılması o kadar da zor değil. neden peki bu hödüklük?
bilir misiniz veronik, bir şeylere üzgün olunca gece sayıklar. sayıklama sırasında şuuru kayıptır, istediği gibi davranamaz. aile üyeleri de "kızım sen neden sayıklıyorsun günlerdir?" diye sorarsa, "uyuyamıyorum, yorgunluktan sanırım." diye cevap verir.
ama aşk, güzel günlerinde bu dünyadaki en en en güzel duyguyken, kötü günlerinde de dünyanın en yıpratıcı duygusudur. ve belki de bu hikayedeki bencillik, aşkın öyle çok önüne geçmiştir ki, yazarın anlattığı şeyi bile anlamsız kılmıştır.
ne anlattım ben şimdi mesela?
yaz gelse de, kanepeme uzanıp sabahtan akşama bulutları izleyebilsem...
11 Mayıs 2012 Cuma
Anneanneyle Yaşamak 2
anneannem kadar pis bir kadın görmedim. hayatımda ilk defa bir insan müslüman diye mutlu olacağım, o olmasa, elini ayağını da yıkamazdı bu kadın.
sabah bir baktım, tüm evi dayımın eski bir eşofmanıyla siliyor. oklavaya sarmış tişörtü bir oraya bir buraya, kuru bezle sözde yerleri temizliyor. dedim ki " e be kadın, böyle mi temizliyorsun sen evi? toz bir oraya bir buraya uçuyor!" kızdı bana, " karışma sen benim işime!"
sonra devam etti temizliğe, önce bezi silkeledi, sonra başladı yemek masasını silmeye... "napıyosun sen be kadın?!"
"ne olmuş?"
"o bezle demindir yerleri silmiyo musun sen?"
"temiz ki kızım bu! silkeledim görmedin mi?"
"ay git otur, ben yarın temizlik malzemesi alır silerim her yeri. at şu bezi de çöpe. içimi de kaldırdın..."
sonra akabinde, temizlik malzemesi almaya gittim. viledası, toz bezi vs. vs.vs. eve girişte bulundum.
"bak, sakın bunu da kuru kuru temizlik yapmak için kullanma. koy içeri, yarın temizlicem ben evi."
"tamam tamam. bakıyim, aaa güzelmiş de!"
ben bilgisayarın başına demin tam oturdum, geldi elinde yeni viledayla, hanımefendi heeeeer tarafı kuru kuru "temizlemiş" şimdi de silkeliyo gene camdan...
"anneanne ben demedim mi yarın temizleyeceğim diye evi? gene mi kuru kuru temizledin?"
"içeriyi temizledim, mis gibi oldu!"
"iğrenç iğrenç tozu kaldırdın gene di mi?"
"kimin evi iğrenç? benim mi? sen git, kendi evini temizle de ondan sonra iğrenç de bana! ben herkesten temizim, günde beş kere abdest alıyorum!"
ilk defa düşündüm ki, dinler kadar saçma bir şey yok bana göre belki ama... ilk defa böyle pis bir kadının elini suya soktuğu için, islamı tebrik ettim.
geçen gün de manikür makasımı istedi, ben de verdim. eline iğrenç kokulu kremi alıp ayağına sürmesiyle bir an kalakaldım.
"napıyosun anneanne?" dedim.
"önce krem yumuşatsın sonra kesicem kızım, öyle sert sert kesilmez!"
sabah bir baktım, tüm evi dayımın eski bir eşofmanıyla siliyor. oklavaya sarmış tişörtü bir oraya bir buraya, kuru bezle sözde yerleri temizliyor. dedim ki " e be kadın, böyle mi temizliyorsun sen evi? toz bir oraya bir buraya uçuyor!" kızdı bana, " karışma sen benim işime!"
sonra devam etti temizliğe, önce bezi silkeledi, sonra başladı yemek masasını silmeye... "napıyosun sen be kadın?!"
"ne olmuş?"
"o bezle demindir yerleri silmiyo musun sen?"
"temiz ki kızım bu! silkeledim görmedin mi?"
"ay git otur, ben yarın temizlik malzemesi alır silerim her yeri. at şu bezi de çöpe. içimi de kaldırdın..."
sonra akabinde, temizlik malzemesi almaya gittim. viledası, toz bezi vs. vs.vs. eve girişte bulundum.
"bak, sakın bunu da kuru kuru temizlik yapmak için kullanma. koy içeri, yarın temizlicem ben evi."
"tamam tamam. bakıyim, aaa güzelmiş de!"
ben bilgisayarın başına demin tam oturdum, geldi elinde yeni viledayla, hanımefendi heeeeer tarafı kuru kuru "temizlemiş" şimdi de silkeliyo gene camdan...
"anneanne ben demedim mi yarın temizleyeceğim diye evi? gene mi kuru kuru temizledin?"
"içeriyi temizledim, mis gibi oldu!"
"iğrenç iğrenç tozu kaldırdın gene di mi?"
"kimin evi iğrenç? benim mi? sen git, kendi evini temizle de ondan sonra iğrenç de bana! ben herkesten temizim, günde beş kere abdest alıyorum!"
ilk defa düşündüm ki, dinler kadar saçma bir şey yok bana göre belki ama... ilk defa böyle pis bir kadının elini suya soktuğu için, islamı tebrik ettim.
geçen gün de manikür makasımı istedi, ben de verdim. eline iğrenç kokulu kremi alıp ayağına sürmesiyle bir an kalakaldım.
"napıyosun anneanne?" dedim.
"önce krem yumuşatsın sonra kesicem kızım, öyle sert sert kesilmez!"
9 Mayıs 2012 Çarşamba
Bir Demet Papatya
anneme türlü sebeplerden kızgınımdır. uzun süredir bu böyle. kin tutuculuğum ve affetmeme özelliklerimle bilinirim. ama annedir. büyütmek için gösterdiği türlü çabayı hepimiz biliriz. baba öyle değildir mesela. annenin üzerine atar çocuğu ve sadece sever ya da sadece para verir. ama anne işte...
anneler günü için anneme hediye almaya heveslendim. ama olmadı... parasızlık mı desek işsizlik mi desek yoksa evimizde değil de, merkeze uzak bir yerde yaşayınca evin tadilatta olduğundan dolayı sürekli tüm paramı yola vermek zorunda oluşunu mu göstersek nedenine...
er kişiyi aradım ne yapayım azıcık param var dedim; iş bulunca çok daha fazla para geçince eline en iyisini alırsın. şimdi üzme canını. paran olmadığını senden daha iyi biliyordur o. dedi. haklı sanırım. ama kaç yıldır çöp bile alamadım. e koyuyor... eğer parasını 3 katına çıkarmamışlarsa o gün, bir demet papatya alırım...
bu seferlik de böyle olsun.
8 Mayıs 2012 Salı
Zil Meselesi
geçen gün boş vaktim vardı, eski evimin bulunduğu muhitlerde dolanmaya başladım. sonra aptal babamın bozuk bir arabayla takas ettiği evimizde şu an kimlerin yaşadığını merak ettim, ben de gidip zile bakayım dedim. yanda, sürekli beni izleyen ve beni hırsız zanneden amca olmasa, zilin fotoğrafını çekecektim, çünkü zilin üzerinde, benim soy ismim yazıyordu.
"yuuuh! on sene! on senedir değiştirmek akıllarına bile gelmemiş mi?! " sonraki ifadem de şu oldu ki:
"yuuuh! tüm komşuların isimleri duruyo lan! hepsi taşınmıştı oysa ki!"
sonra tekrar, bir yıla yakındır görüşmediğim babama kızgınlığımı hatırladım. gene o benim gözümde bitmişti ve gene beni, odamdan ayırmıştı sanki. o anki üzüntümü tekrar yaşadım. sağol be baba...
ha ayrıca, sayende kimseye güvenmiyorum. o yüzden de teşekkürler...
"yuuuh! on sene! on senedir değiştirmek akıllarına bile gelmemiş mi?! " sonraki ifadem de şu oldu ki:
"yuuuh! tüm komşuların isimleri duruyo lan! hepsi taşınmıştı oysa ki!"
sonra tekrar, bir yıla yakındır görüşmediğim babama kızgınlığımı hatırladım. gene o benim gözümde bitmişti ve gene beni, odamdan ayırmıştı sanki. o anki üzüntümü tekrar yaşadım. sağol be baba...
ha ayrıca, sayende kimseye güvenmiyorum. o yüzden de teşekkürler...
4 Mayıs 2012 Cuma
Kıbrıs Kumarhaneleri
kıbrıs'taki şu manyak kumar merakını anlayamadım. dışarda pırıl pırıl bir hava var, ama insanlar o iğrenç kumarhanelerde tüm günlerini öldürüyorlar makine başında. kazanabilme hırsı ile deli gibi o minik yuvarlak tuşa basıyorlar. hatta yanımda oturan kadının kırmızı ojeleri o denli aşınmıştı ki ucu ve dibinde hiç oje kalmamış sadece tırnağının ortasında hafif bir kırmızılık kalmıştı. o denli iğrenç tipler yani. hani las vegas'taki gibi bir şey zannedenler, benim gibi, baştan uyarıyorum öyle bir şey yok. içerde yelekli teyzeler var gayet.
bizim evinde kaldığımız kadının annesi de, bir baktık acındırıyor kendini "onca yolu yürüdüm de geldim, ayaklarım koptu ayaklarım!" biz de neden bahsediyor diyoruz... meğer kumarda tüüüüm parasını kaybetmiş bir yol parası bile ayırmamış kenarına, dönüşü de tabanvay yapmak zorunda kalmış. acımamızı mı bekliyor nedir? size yürüdüğü yolu tarif edeyim: bebekten beşiktaş'a kadar.
insan sürekli bir kazanacağım beklentisi içinde olurmuş ya hani. o bana hiç olmadı işte. çünkü günde bir iki kazanacak kişiden birinin benim olma ihtimalim, imkansıza yakındı. insanlar milyarlar kaybederken, ben 25 liralık oynayıp kalktım. canım sıkıldı zira. ama bir gün rulet oynarsam, o eğlenceli olacakmış gibi hissediyorum. ama o "slot machine" ler pek de hoş değil hani. benden söylemesi.
bizim evinde kaldığımız kadının annesi de, bir baktık acındırıyor kendini "onca yolu yürüdüm de geldim, ayaklarım koptu ayaklarım!" biz de neden bahsediyor diyoruz... meğer kumarda tüüüüm parasını kaybetmiş bir yol parası bile ayırmamış kenarına, dönüşü de tabanvay yapmak zorunda kalmış. acımamızı mı bekliyor nedir? size yürüdüğü yolu tarif edeyim: bebekten beşiktaş'a kadar.
insan sürekli bir kazanacağım beklentisi içinde olurmuş ya hani. o bana hiç olmadı işte. çünkü günde bir iki kazanacak kişiden birinin benim olma ihtimalim, imkansıza yakındı. insanlar milyarlar kaybederken, ben 25 liralık oynayıp kalktım. canım sıkıldı zira. ama bir gün rulet oynarsam, o eğlenceli olacakmış gibi hissediyorum. ama o "slot machine" ler pek de hoş değil hani. benden söylemesi.
2 Mayıs 2012 Çarşamba
Anneanneyle Yaşamak
yalnız yaşayan veya yaşadığı evde hiçbir şeyine karışılmayan birisi için, gelip anneannesinin evinde yaşamak çok zor. evimizde tamirat var "hala", bitmedi, bitmiyor. biz de ne yapalım, kalktık anneanneme geldik. sağ olsun var olsun. ama sürekli kuyruk gibi peşinizde birinin dolaştığını bilmek ister misiniz?
okula gitmem gerekiyordu dün, malzeme teslimi için. arkadaşım da gelecekti tek başıma kaldıramam diye, bir iki saat geç kaldı. saat 15.00 oldu. anneannem hemen "bu saatten sonra da nereye gideceksin? uzan işte. ara arkadaşını gelmesin. yarın götürürsün.........." yahu kadın, gitmem gerekiyor ve gideceğim işte! neyine sürekli laf ediyorsun ki, eve geç gelmem gerekirse de geç geleceğim! benim için saat kavramları çok mühim değil ki! neyse, saat 15.30 gibi, çocuk hala gelmeyince bu kez de, "kızım git biraz çörek al, kola al, çocuk aç gelir!" demin çocuğun gelmesini istemeyen kadın, şimdi de misafiri olarak kabul ediyor... "anneanne zaten geç kaldık, yemesin bir şey. vaktimiz yok." bu duydu ya "vaktimiz yok, geç kaldık" hemen başladı "ben demiştim, gitmeyin, ara çocuğu gelmesin, yarın sabahtan götürürsünüz." elbette, dün okula gitmek zorundaydık ve gittik de.
bir de sürekli fazla fazla yemek vermiyor mu bana..."kızım git dolaptaki tüm yemekleri ısıt." "e anneanne çok yemek var burda, ben yemem bu kadarını" "tamam tamam ben de yerim" ben de yerim ne demek bilir misiniz? ucundan bir parça alır ve kalan hepsini sizin önünüze iter. yemeği yemeyince de "ay ay! bozulucak onca yemek! ısıttık da o kadar!" "e ben dedim sana yemem diye" "gel kızım gel bölüşelim."
karikatürlerde yaşıyor gibiyim şu aralar. bir de bitmek tükenmeyen kadın programları var tabi. her gün, kim amcasını kesmiş, kim annesini doğramış, kim karısını aldatmış, kim evlenmek istiyormuş... ayaklı dedikodu maşiiiin! ama anneannem o kadar ağlıyor, seviniyor ki bunlara, resmen o programlarla yaşıyor. "kızım! bak görüyor musun vicdansızları! anneannesini doğramışlar kolundaki bilezikler için!" "anneanne şu kadın da, türkiye'nin sherlock holmes'ü oldu ya! ve hepiniz deli gibi bunu izliyorsunuz ya!"
anneannemin kıymetli, küçük oğlu bize geldiğinde, akan sular duruyor. küçük dediğim 40 yaş, yanlış anlamayın. "veronik dayının çayını koy, veronik dayına havlu götür, veronik git el bezini yıka, dayın ağzını silsin!" öööööhhh artık!!! diyor insan. sonunda ağzını silecek bezi hazırlamayınca, gitti kendisi yıkadı, çocuğunun ağzını sildi. açıkçası garip bir bakışla bakıp: "sıçınca da kıçını mı siliyorsun? eşşek kadar adam ya, silsin ağzını bırak." deyince de, başlıyor "şimdiki kızlar bir garip. herkes görevini bilecek. kadın dediğin çocuğa da bakacak yemeği de yapacak erkeği de mutlu edecek. erkek asla çocuğun altını bile değiştirmeyecek..." piüüüüüüüüüüüüüü! vaay anasını ben bitmişim.
önümüzdeki iki hafta boyunca garip bir an daha yaşarsam anlatırım. iki günde bu kadarını yaşadım. bilmem anlatabildim mi? (aaa bu gece geç geleceğim, bakalım ne olacak! merakla bekliyoruz!)
30 Nisan 2012 Pazartesi
Oldu Bunlar 1
bugün, bir seyyar satıcı, el arabasıyla yanımdan geçerken kulağıma "SEKS!" dedi ve yürümeye devam etti hiçbir şey olmamış gibi. bu gidişle kerhaneden başka bir yerden alamayacaksın giriş iznini ey seyyar satıcı!!!
otobüste giderken, bir amca(60+) bir teyzeyi (70+) gözümün önünde fortlamaya başladı. şimdi, komik bir durum olarak mı yoksa üzücü bir durum olarak mı atfetsem bilemesem de, böyle bir manzarayla sadece istanbul'da karşılaşabilirsiniz gibi geliyor bana.
ağdacıya gittiğimde, kapıyı kitleyip "bağır tatlım bağır, sesini kimse duymaz burda, çekinme!" demesi, bana korku filmlerindeki şu olayı hatırlattı:"istediğin kadar bağır, sesini kimseler duyamaz! nıhahahahahahaha!"
Sanal Bebek
bugün gittim eminönünden sanal bebek aldım. ne mal bi şeymiş o be! böyle sinyal veriyo, sıçtırıyosun, sinyal veriyo, yemek yediriyosun, canı sıkılınca gezdiriyosun falan...
o değil de, çocukken ne oynardık deli gibi biz bunu. ucuzdu da zaten, biz de oynar dururduk sürekli işte. birimiz kedi, birimiz kelebek beslerdik, sonra kelebek besleyen kedi besleyeni kıskanır, oyunu resetleyip kedi beslemeye başlardı.
şimdiki modellerde, evlenmek isteme modu diye bir şey de varmış. yeterince büyüyünce, evlenmek istiyomuş, sen de evlendiriyomuşsun. garip ama değil mi? çiftleşmek istiyor yazmıyo abi kılavuzda, direkt kedimi evlendirmem gerektiği yazıyo! müslümanlıkta hayvanların da mı evlenmeden sevişmesi zina sayılıyor bilemedim ki!
o değil de, çocukken ne oynardık deli gibi biz bunu. ucuzdu da zaten, biz de oynar dururduk sürekli işte. birimiz kedi, birimiz kelebek beslerdik, sonra kelebek besleyen kedi besleyeni kıskanır, oyunu resetleyip kedi beslemeye başlardı.
şimdiki modellerde, evlenmek isteme modu diye bir şey de varmış. yeterince büyüyünce, evlenmek istiyomuş, sen de evlendiriyomuşsun. garip ama değil mi? çiftleşmek istiyor yazmıyo abi kılavuzda, direkt kedimi evlendirmem gerektiği yazıyo! müslümanlıkta hayvanların da mı evlenmeden sevişmesi zina sayılıyor bilemedim ki!
Gacır Şarkılar
hiç yıldan yıla büyüme testine tabi tuttunuz mu kendinizi? ben istemdışı olarak geçen hafta yaptım bu testi. 3 yıl önce ve 3 yıl sonra. how i met your mother'da görmeden, birkaç gün önce, yeni mp3 üme şarkılar yüklemiştim. ben onlara "gacır şarkılar" derim. çünkü bu gacırlar, sizin için vazgeçilmez olmuşlardır. mesela lise 1 de miydim 2 de miydim neydim, emre aydın'ın ilk albümü çıkmıştı. o zamanlar benden uzundu, ben de felaket aşık olmuştum kendisine. öyle böyle değil. bi akıllı da çıkıp "sen hayran olmuşsun aşık değil" demedi sağolsun. neyse, konumuz o değil. o sıralar, deli gibi dinlerken bu çocuğu, hatta geçen yıllar boyunca sürekli, yolda 5-6 aydır emre aydın dinlemediğimi fark edip gacırlardan açtım bi tane "unut gittiğin bi yerde" miydi neydi... adam şöyle başlıyo:
adının karşısında acı yazıyor tüm sözlüklerde!
hassiktirrr.... liseli sözü lan bu! olmuştum. neyse devam:
ne desen küfür gibi, senden yana cümleler bile!
aha bi hassiktir daha! ne lan bu şimdi? senden yana cümleler bile küfür gibi geliyor bana gibimtraksı bi şey işte! devam etmekteyiz:
bla bla bla... tam karşıya geçerken bıraktığın o el benim!
ahaaaa! ben bu söze bayılırdım! şimdi neden bu kadar bayağı geldiğini çözebilmiş değilim. aslına bakarsanız, ben bu sözleri, photoshop ile emre aydın fotoğraflarına ekleyerek, internete salan kızlardan biriydim. yani o bunalım takılan "hayat çok berbat! kimse beni anlamıyo!" modunda takılanlardan. üniversiteye geçtim, arkadaşım olmamasına rağmen artık "kimse beni anlamıyo!" yerine "öfff! yolda gördüğüm kızın kıçını çekiştiremeyeceğim arkadaşı ben ne yapayım?!"
sonra, bir sürü emre aydın şarkısı dinlemeye çalıştım. başaramadım. sevemedim. olmadı. emre aydın'a olan hayranlığım lisedeki 17 yaşındaki kızla beraber bitti. 21 yaşındaki veronik, biraz daha... kime bu afra lan, sanki birazdan "pembe mezarlık" şarkısını açıp dinlemicem! çok da güzel!
pembe bir mezarlık gördüm rüyamdaaaaaaaa! aşık cesetler şekerden tabuuttaaaa! gezinirken ciğerim doldu bir andaaaaa! çürük çilek kokusuylaaaaaaaaaaaaaaa! (bu ne biçim şarkı lan! ben zevkimi bi daha gözden geçiriyim. evet.)
adının karşısında acı yazıyor tüm sözlüklerde!
hassiktirrr.... liseli sözü lan bu! olmuştum. neyse devam:
ne desen küfür gibi, senden yana cümleler bile!
aha bi hassiktir daha! ne lan bu şimdi? senden yana cümleler bile küfür gibi geliyor bana gibimtraksı bi şey işte! devam etmekteyiz:
bla bla bla... tam karşıya geçerken bıraktığın o el benim!
ahaaaa! ben bu söze bayılırdım! şimdi neden bu kadar bayağı geldiğini çözebilmiş değilim. aslına bakarsanız, ben bu sözleri, photoshop ile emre aydın fotoğraflarına ekleyerek, internete salan kızlardan biriydim. yani o bunalım takılan "hayat çok berbat! kimse beni anlamıyo!" modunda takılanlardan. üniversiteye geçtim, arkadaşım olmamasına rağmen artık "kimse beni anlamıyo!" yerine "öfff! yolda gördüğüm kızın kıçını çekiştiremeyeceğim arkadaşı ben ne yapayım?!"
sonra, bir sürü emre aydın şarkısı dinlemeye çalıştım. başaramadım. sevemedim. olmadı. emre aydın'a olan hayranlığım lisedeki 17 yaşındaki kızla beraber bitti. 21 yaşındaki veronik, biraz daha... kime bu afra lan, sanki birazdan "pembe mezarlık" şarkısını açıp dinlemicem! çok da güzel!
pembe bir mezarlık gördüm rüyamdaaaaaaaa! aşık cesetler şekerden tabuuttaaaa! gezinirken ciğerim doldu bir andaaaaa! çürük çilek kokusuylaaaaaaaaaaaaaaa! (bu ne biçim şarkı lan! ben zevkimi bi daha gözden geçiriyim. evet.)
25 Nisan 2012 Çarşamba
isyan etme amaçlı yazılmıştır
insanları insanlar değiştirebiliyor. sırf onlarla olabilmek için değişmeye çabalıyor insan kendini. ama değer mi değişime o insanlar bilinmez...
bilmem kimin bekaretini kaybetme konusunu, erkek arkadaşımın yanında konuşmuşlar. dedikodu olarak. normalde kendisi, şaşırır, ilgilenmediğini belirtir, garipserdi. aksine, geldi ve bana anlattı bunu. resmen dedikodunun ortağı olmuştu. o küçümsediği insanlara benzemeye başladı yalnız kalmama adına. günün birinde, onu tanıyamayacağım bir halde bulursam ve bu uğurda kaybedersem, iki elim yakalarında olacak bilmiş olsunlar. şerefsiz, dedikodu manyakları! sana bir sır anlatılmışsa içerde tutarsın onu. gossip girl'de değiliz biz sen ne sanıyorsun? peki, benim ilişkimi sorgulamanın nedeni de, bana dedikodusunu yaptığın insanlara bunu anlatman mı? hay bin göt seni!
kusura bakma sevgili okuyucu, isyan niteliğinde bir yazıydı. ama kime patlayacağımı bilemedim. çığlık büyüyor içimde de, susturmaya çalışıyorum onu.
bilmem kimin bekaretini kaybetme konusunu, erkek arkadaşımın yanında konuşmuşlar. dedikodu olarak. normalde kendisi, şaşırır, ilgilenmediğini belirtir, garipserdi. aksine, geldi ve bana anlattı bunu. resmen dedikodunun ortağı olmuştu. o küçümsediği insanlara benzemeye başladı yalnız kalmama adına. günün birinde, onu tanıyamayacağım bir halde bulursam ve bu uğurda kaybedersem, iki elim yakalarında olacak bilmiş olsunlar. şerefsiz, dedikodu manyakları! sana bir sır anlatılmışsa içerde tutarsın onu. gossip girl'de değiliz biz sen ne sanıyorsun? peki, benim ilişkimi sorgulamanın nedeni de, bana dedikodusunu yaptığın insanlara bunu anlatman mı? hay bin göt seni!
kusura bakma sevgili okuyucu, isyan niteliğinde bir yazıydı. ama kime patlayacağımı bilemedim. çığlık büyüyor içimde de, susturmaya çalışıyorum onu.
bekle beni pes!
sürekli kral oyunmuş yok oyunkral mış gibi sitelerde oyun oynarım. az buz da oynamam. yok odadan kaçma oyunlarıymış, yok yemek yapma oyunlarıymış yok marioymuş, her türlü oyunu oynarım deli gibi. annem de dalga geçiyor benimle sürekli: öküz kadar oldun, hala bunları mı oynuyorsun diye.
cevabım basit: ps3 istedim, sen de almadın. o zaman ne diye laf ediyorsun!?
aldığım cevap da oldukça tatmin edici oldu. önce annem derin bir yutkundu. "kaç para o alet?" "kimi yerde 700 kiminde 900" "alıcam lan!" sanırım doğru bir adım attım.
bunu arkadaş ortamında anlatınca, ismi lazım olmayan ve çok sevdiğim bir arkadaşın tepkisi ise aynen şöyle oldu: "baştan söylüyorum real madrid benim!"
"ohaaaaaa!" diye bir tepki versek de hepimiz, annemin her şehir dışına ziyaretinde, tüm milleti biralarıyla eve toplayıp pes partileri düzenleyeceğim! az kaldı! bekle beni pess!!!!
kimse yokken de resident evil falan oynayayım da gece korkayım. tadı çıksın!
teyzeden hikayeler 2
teyze teyze diye çok fazla hikaye anlatacağım size, çok şey biriktirdim içimde. şimdi en iğrencine geçeceğim, tiksineceksiniz resmen. hatta belki daha bile fazlası. ama siz beklentilerinizi çok yüksek tutmayın:
ah! bir kabız olmuşum ki sorma yavrım! karnım taş gibi oldu taş. oturuyorum tuvalete yarım saat, kır beş dakika, bir saat! bana mısın demiyor. ıkınıyorum ıkınıyorum, gene de yok! kıçım böyle (elini yumruk haline getirip burnuma tutuyor, sallıyor sonra da elini) yumru gibi oldu yumru!
of! karnıma masajlar mı yapmadım, gitmiyor şu allahın belası boklar karnımdan! bak nasıl şişti nasıl!
(annem de, kurtulmak için bir ilaç uzattı ve "bunu gece yatmadan için, iyi gelir" dedi.)
akşam eve vardığımızda karşılama sözcüğü tam olarak:
o annenin verdiği ilaçtan içtim, bana mısın demedi! oturdum tuvalete ıkııın ıkıııın ıkıııın... gitmedi şerefsiz! ama karnımda hareketlilik var gurul gurul oluyo böyle!
saatler sonra: ohhhhhhhhhhhh! allah senden razı olsun kızım! ne ilaçmış o! ama tuvalet tıkandı. kaynar suları döktüm döktüm bana mısın demiyo! neyse en son kezzaplı su döktüm, pötür pötür heepsi gitti!
ertesi sabah gene bir bok muhabbetiyle uyanınca, daha doğrusu kahvaltı masasında teyze gene aynı konuyu açınca: yeter ama nolur ya! iki gündür bir bok muhabbeti! ne bu böyle! kahvaltı ediyoruz şurda el insaf!
hayır sevgili okuyucular, isyanım yetmedi. evinde kaldığımız 4 gün boyunca her gün bir saat bok muhabbeti açtı, ne yapıp edip açtı. neyse... artık evimdeyim ve kimse konuşmuyor. iki gündür kimse "kabız, bok, kıç, yumru, pötür pötür" sözlerini sarf etmedi. evimi seviyorum.
teyzeden hikayeler 1
geçen gün bir teyzeyle tanıştım. kadın, kızını nasıl evlendirdiğini anlatıyor:
temiz pak yüzlü bir oğlan geldi bir gün. iyi huylu efendi bir çocuktu. işi iyi, huyu iyi, içkisi kumarı yok...(ama bu teyzenin kumarı var, o ayrı.) dedi ki, ben sevim'le evlenmek istiyorum. gelecek hafta istemeye gelebilir miyiz ailemi alıp? ben de gel tabi yavrum dedim. geldiler, istediler kızı, biz de verdik. onun gibi iyisini mi bulucaktık? kızım da hiç istemiyo, ben sevmiyorum o adamı. neden evleneyim? diye tutturdu! ben de düğün günü o evlenmem ben diye tutturunca kafasına vura vura evlendirdim. iki tane aslan gibi çocuğu oldu.
bak kızım, bizim zamanımızda babalarımız bize sormazdı, kimle uygun görürlerse onunla evlendirirlerdi. biz de sesimizi bile çıkarmadan evlenirdik. biz severek mi evlendik? birkaç yıl önce boşandılar sonra ben onları zorla barıştırdım gene evlendirdim, gene boşandılar! artık benden günah gitti! bizim zamanımızda, kocamız bizi bıçaklasa da, dövse de etse de biz evimizden ayrılmazdık. onun elinde ölmeyi beklerdik! ne şimdi bu böyle! o aslan gibi iki çocuğa ne olacak? boşanmak da neymiş?
teyze böyle anlatırken, ağzım açık bir şekilde kalakalmışım ki, teyze bana neden sustuğumu sordu. ben de hiçbir şey diyemedim. içimden günlerce küfrettim resmen. sen, istemeyen kızını nasıl zorla evlendirirsin, koca evine nasıl ağlaya ağlaya gönderirsin canından çıkan parçayı? nasıl olur da zorla tekrar evlendirirsin. nasıl olur da çocuğunun, kocasının elinde can vermesine normal bakarsın da, boşanmayı namussuzluk olarak görürsün? senin zamanınla şimdiki zaman bir mi a be teyze?!
temiz pak yüzlü bir oğlan geldi bir gün. iyi huylu efendi bir çocuktu. işi iyi, huyu iyi, içkisi kumarı yok...(ama bu teyzenin kumarı var, o ayrı.) dedi ki, ben sevim'le evlenmek istiyorum. gelecek hafta istemeye gelebilir miyiz ailemi alıp? ben de gel tabi yavrum dedim. geldiler, istediler kızı, biz de verdik. onun gibi iyisini mi bulucaktık? kızım da hiç istemiyo, ben sevmiyorum o adamı. neden evleneyim? diye tutturdu! ben de düğün günü o evlenmem ben diye tutturunca kafasına vura vura evlendirdim. iki tane aslan gibi çocuğu oldu.
bak kızım, bizim zamanımızda babalarımız bize sormazdı, kimle uygun görürlerse onunla evlendirirlerdi. biz de sesimizi bile çıkarmadan evlenirdik. biz severek mi evlendik? birkaç yıl önce boşandılar sonra ben onları zorla barıştırdım gene evlendirdim, gene boşandılar! artık benden günah gitti! bizim zamanımızda, kocamız bizi bıçaklasa da, dövse de etse de biz evimizden ayrılmazdık. onun elinde ölmeyi beklerdik! ne şimdi bu böyle! o aslan gibi iki çocuğa ne olacak? boşanmak da neymiş?
teyze böyle anlatırken, ağzım açık bir şekilde kalakalmışım ki, teyze bana neden sustuğumu sordu. ben de hiçbir şey diyemedim. içimden günlerce küfrettim resmen. sen, istemeyen kızını nasıl zorla evlendirirsin, koca evine nasıl ağlaya ağlaya gönderirsin canından çıkan parçayı? nasıl olur da zorla tekrar evlendirirsin. nasıl olur da çocuğunun, kocasının elinde can vermesine normal bakarsın da, boşanmayı namussuzluk olarak görürsün? senin zamanınla şimdiki zaman bir mi a be teyze?!
19 Nisan 2012 Perşembe
Bir Ev Kadınıyla 7 Saat
evinizi daha güzel olacak diye tamir mi ettireceksiniz? yeni mobilyalar mı yaptıracaksınız? yaptırmayın anasını satayım. biz iki haftadan beri her gece evi temizliyoruz.
hayır her gece evi temizlemeyi geçtim ben, her sabahın köründe, evden çıkmak koyuyor en çok. çünkü işim gücüm yok. ben de aptal aptal geziniyorum. ama bu işe en çok akrabalarım sevindiler. o kadar çok ziyaret ettim ki onları. özellikle yaşlılar çok mutlu şu anda.
geçen gün anneannemdeydim mesela. sabahtan başlayıp müge anlı'yı izledik. şunu fark ettim ki; müge anlı, türkiye'nin sherlock homles'uymuş. biz nasıl fark etmedik?! küçümsedik durduk kadını. yok katili bulmalar yok sorgulamalar...
sonra adını bilmediğim bir kadının programı başladı. kısa saçlı bol makyajlı bir kadın. hasta bir çocuğu çıkarıp, üzerine acıklı müzik eşliğinde acıklı bir şiir okuyup anneannemi bile ağlattı. yok yahu bile dediğime bakmayın, insaflı kadındır vesselam.
sonra da açtık saba tümer'i. bütün günümüzün acıklı anlarını, saba tümer'in kahkahalarıyla bastırdık. gah gah gah gah gah!!!! diye gülerek, en azından bir iki saatimi kurtardı. o da bir şey.
hah! asıl gelelim evlilik programına! en güzeli! siz hiç flash tv deki evlilik programını açıp dinlediniz mi? dinlemeyin! yapmayın öyle bir hatayı! gelin desen gelin değil damat desen damat değil. sanki gelini otoban kenarında bulmuşlar, öylesine çıkarmışlar. damadı da çiftlikten toplamışlar. yahu geline sadece gelinlik giydirilmez. kadına bir makyaj yapın saçını başını yapın, adama da bi damat tıraşı yaptırın bari. yok! at hırsızı gibi çıkarmışlar adamı oraya! anacım bu kadar mı özen gösterilmez!
neyse, daha bir sürü evlilik programı, "ben altı tane bilezik, kaloriferli ev, arabası olan adam isterim." muhabbetinden sonra, haberler de başladı. evet... böylece bir sabah kuşağı programın da sonuna gelmiş olduk ve ben, beyni sikilmiş bir vaziyette evi temizlemek üzere geri döndüm.
ben neden 3-4 aydır televizyon izlemediğimi hatırladım en azından ey sevgili okurlar! televizyon izlemeyin, aptal kutusu cidden. bir kere bakmaya başladın mı, bir daha gözlerini ayıramıyorsun!
bu yazımda üç önerme yaptım. ama siz nasılsa beni dinlemeyeceksiniz. dinlemeyin de zaten. koyver gitsin!
hayır her gece evi temizlemeyi geçtim ben, her sabahın köründe, evden çıkmak koyuyor en çok. çünkü işim gücüm yok. ben de aptal aptal geziniyorum. ama bu işe en çok akrabalarım sevindiler. o kadar çok ziyaret ettim ki onları. özellikle yaşlılar çok mutlu şu anda.
geçen gün anneannemdeydim mesela. sabahtan başlayıp müge anlı'yı izledik. şunu fark ettim ki; müge anlı, türkiye'nin sherlock homles'uymuş. biz nasıl fark etmedik?! küçümsedik durduk kadını. yok katili bulmalar yok sorgulamalar...
sonra adını bilmediğim bir kadının programı başladı. kısa saçlı bol makyajlı bir kadın. hasta bir çocuğu çıkarıp, üzerine acıklı müzik eşliğinde acıklı bir şiir okuyup anneannemi bile ağlattı. yok yahu bile dediğime bakmayın, insaflı kadındır vesselam.
sonra da açtık saba tümer'i. bütün günümüzün acıklı anlarını, saba tümer'in kahkahalarıyla bastırdık. gah gah gah gah gah!!!! diye gülerek, en azından bir iki saatimi kurtardı. o da bir şey.
hah! asıl gelelim evlilik programına! en güzeli! siz hiç flash tv deki evlilik programını açıp dinlediniz mi? dinlemeyin! yapmayın öyle bir hatayı! gelin desen gelin değil damat desen damat değil. sanki gelini otoban kenarında bulmuşlar, öylesine çıkarmışlar. damadı da çiftlikten toplamışlar. yahu geline sadece gelinlik giydirilmez. kadına bir makyaj yapın saçını başını yapın, adama da bi damat tıraşı yaptırın bari. yok! at hırsızı gibi çıkarmışlar adamı oraya! anacım bu kadar mı özen gösterilmez!
neyse, daha bir sürü evlilik programı, "ben altı tane bilezik, kaloriferli ev, arabası olan adam isterim." muhabbetinden sonra, haberler de başladı. evet... böylece bir sabah kuşağı programın da sonuna gelmiş olduk ve ben, beyni sikilmiş bir vaziyette evi temizlemek üzere geri döndüm.
ben neden 3-4 aydır televizyon izlemediğimi hatırladım en azından ey sevgili okurlar! televizyon izlemeyin, aptal kutusu cidden. bir kere bakmaya başladın mı, bir daha gözlerini ayıramıyorsun!
bu yazımda üç önerme yaptım. ama siz nasılsa beni dinlemeyeceksiniz. dinlemeyin de zaten. koyver gitsin!
18 Nisan 2012 Çarşamba
Kolay Versiyon Rezillik
"veroniiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiik! geeeeeeeeeel! boş yer var burda geeeeeeeeeeel!" eğer bu sesi duyan olmuşsa istanbul otobüslerinde dün, o veronik benim. yaşlı bir kadın, arkasını dönüp ısrarla, hiç durmadan, ardı arkası kesilmeden bağırıyorsa ve kız da elindeki bavulla hiçbir yere kıpırdayamıyor, sağa sola "affedersiniz!" bakışları atıyorsa, hah! beni biliyorsunuz demektir.
bağıran: babaannem
bağırma nedeni: bilinmiyor
bağırma oranı: her binilen otobüste artış göstermekte
elimde kocaman yaşlı bir bavul, kolumda yaşlı bir kadın, vergi yatırmaya gidiyoruz. ha en önemli kısmı unuttum.
vapur:
"kızııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııım! yavruuuuuuuuuuuuuuuuuuuum! aşkıııııııııııııııııııııııııııııııııııııım! sevgiliiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiim!"
evet sevgili okuyucular. eğer bu sesleri, yaşlı bir kadından duyduysanız, en rezillik hissedeceğim okuyucular sizlersiniz. bilmiyorsunuz. bir kadın sessizliğin ortasında size bu şekilde bağırırsa, bütün gözler üzerinize çevrilir. "kim bu kız? in midir cin midir? manyak mı bunlar böyle? ne banal insanlar?! öfff sus bi be kadın!"
insanların içerisinde, sesli konuşmaktan bile çekinen bir insanken, nasıl oluyor da böyle bakışlara maruz kalıyorum ben de bilmiyorum. çünkü normalde çok özen gösteririm ve bir oda dolusu insanın size doğru bakışlarını çevirmeleri, en büyük korkulardan aslında düşününce. ama elinizden bir şey gelmiyor işte. kulakları az duyan ve sizi bebekliğinizden beri aynı şekilde seven bir akrabanız karşınızda. sus dersen alınır, kırılır veya bakan insanlarla muhabbet kurmaya başlar korkusu.
yaşlılarda nedense var bu. seslerini kısma gereği duymuyorlar veya şöyle diyelim: bir şeyden çekinmiyorlar.
gene babaannemle, bir gün sokakta yürürken, sütyen satan bir kadına rastladı ve kıyafetlerinin üzerinden, neredeyse tüm sütyenleri denedi. bir nevi madonna. tek farkı, o, madonna!
her neyse, ben çekingen bir şekilde devam edeceğim. böyle çok mutluyum. ne demiş ali taran; burası istanbul!
bağıran: babaannem
bağırma nedeni: bilinmiyor
bağırma oranı: her binilen otobüste artış göstermekte
elimde kocaman yaşlı bir bavul, kolumda yaşlı bir kadın, vergi yatırmaya gidiyoruz. ha en önemli kısmı unuttum.
vapur:
"kızııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııım! yavruuuuuuuuuuuuuuuuuuuum! aşkıııııııııııııııııııııııııııııııııııııım! sevgiliiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiim!"
evet sevgili okuyucular. eğer bu sesleri, yaşlı bir kadından duyduysanız, en rezillik hissedeceğim okuyucular sizlersiniz. bilmiyorsunuz. bir kadın sessizliğin ortasında size bu şekilde bağırırsa, bütün gözler üzerinize çevrilir. "kim bu kız? in midir cin midir? manyak mı bunlar böyle? ne banal insanlar?! öfff sus bi be kadın!"
insanların içerisinde, sesli konuşmaktan bile çekinen bir insanken, nasıl oluyor da böyle bakışlara maruz kalıyorum ben de bilmiyorum. çünkü normalde çok özen gösteririm ve bir oda dolusu insanın size doğru bakışlarını çevirmeleri, en büyük korkulardan aslında düşününce. ama elinizden bir şey gelmiyor işte. kulakları az duyan ve sizi bebekliğinizden beri aynı şekilde seven bir akrabanız karşınızda. sus dersen alınır, kırılır veya bakan insanlarla muhabbet kurmaya başlar korkusu.
yaşlılarda nedense var bu. seslerini kısma gereği duymuyorlar veya şöyle diyelim: bir şeyden çekinmiyorlar.
gene babaannemle, bir gün sokakta yürürken, sütyen satan bir kadına rastladı ve kıyafetlerinin üzerinden, neredeyse tüm sütyenleri denedi. bir nevi madonna. tek farkı, o, madonna!
her neyse, ben çekingen bir şekilde devam edeceğim. böyle çok mutluyum. ne demiş ali taran; burası istanbul!
15 Nisan 2012 Pazar
Cenazede Üzgün Durmazsan, Komşular Laf Eder!
dedem öldüğü zaman, çok üzüldüm mü bilmiyorum aslında. pek fazla sevmezdim onu. anneanneme ve anneme çektirdiklerinden sonra hem de... çektirdiklerini anlatmayacağım yok;
cenaze gününde, evde kahvaltı yaparken, telefon geldi. annem çıldırmış gibi ağlamaya başladı, bana söyledi, ben de sadece üzerimi değiştirdim, çıktık evden. yolda hiçbir şekilde ağzını açmadı annem. apartmanın önüne vardığımızda, hiç bilmediğim bir gelenekle karşılaştım. dedemin ayakkabıları apartman kapısının önüne konmuştu. adettenmiş. eve çıkmak, cehennem azabı gibiydi. sanki tek garip kişi bendim: anneannem komşularının omzuna yaslanmış, gözleri patlayana kadar ağlamaya yemin etmiş gibiydi. kuzenlerim kendilerini arka odaya kapatmışlardı. sağda solda çoluk çocuk koşuşturuyordu. ben de o acıklı havaya giremeyeceğimi anladığımdan, çocuklarla ilgilenmeye başladım. hatta bir tanesi yanıma gelip "veronik abla, o kapalı odada ölü mü var?" diye bile sordu. ama cevap tatmin edici olmadı, çünkü dedem bir hastane odasında vefat ettiğinden, hastane morgundaydı. ailenin erkekleri de, bizim gelişimizle mezarlık ve miras işlemlerini halletmeye gittiler.
o gece anneannemde kaldık ve ben tek bir aralık dışında deliksiz bir şekilde uyudum. nedenini bilmem ama sanki hayatta hiçbir şey değişmemiş gibiydi. o aralığı anlatmak gerekirse, anneannem sokağa bakan tek yer olduğundan, yattığımız yere geldi ve deliler gibi ağlamaya başladı dışarıyı izleyip. kendi odasında ağlamaktansa, onu avutacağımızı düşünerek yanımıza gelmiş olsa gerek. garip bir şekilde, onu avutasım hiç gelmediğinden on dakika kadar uyku taklidi yaptım. yargılamayın, öyle bir hal işte.
neyse, sabah oldu erkenden giyindik. bir baktım tüm ailem abdest almaya başladı. ben almayınca da garip garip bakmaya başladılar. daha önce söylemedim ama, şimdi belirteyim, ben dinlere inanan bir insan değilim, hiç olmadım. adamın teki hiç anlamadığım arapça bir şeyler söyleyecek diye abdest alma gereği de duymadım zaten. biri pissin derse de, "dün gece herkes gittikten sonra yıkandım" diyebiliyordum. ama ailede adımız çıktı o günden sonra.
camiye gittik, kafama zorla eşarp taktılar, ayıp dermiş komşular. ölüm halinde bile komşuların çenesine düşmemeye çalışırken anneannem, yengem, insanlar haklarını helal ettiler, tüm akrabalarım deli gibi ağlarken ben hala normaldim.
ne zaman ki mezarlığa gittik, o zaman kötü hissettim işte kendimi. korkudandı sanırım bu, bir insan bedeni toprağın bir metre altına konuluyordu gözlerimin önünde. ona bakmak yerine yere baktım ben de. böcekleri hatırlıyorum özellikle. hani filmlerde farklı bir ana gider ya insanlar, hah öyle oldu işte;
böcekler, şimdi ayaklarımın altındaydı, ama biraz sonra üzerine toprak örtülen dedemi yiyeceklerdi. dedem de kanlı canlı bir insandı, ama biraz sonra o minicik böcekler... birdenbire, deliler gibi ağlamaya başladım. dedemi koymalarına yardım eden dayım, yanıma gelip sarıldı beni o halde görünce, herkesten daha beter.
belki ölecek olmanın korkusu, belki hayatım boyunca güçlü kuvvetli bildiğim dedemi o küçücük böceklerin yiyecek olması...
ama üzerinden iki sene geçmiş olsa da, hala kimse ölmemiş gibi. hayatın o öldükten sonra hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi ne acı... yani biz ölsek birkaç günün sonunda gene hayatlarına devam edecek insanlar. ve aslında birimizin hiçbir değeri yok, biz olmasak da, sistem aynen işliyor, iş yerinde bizim yerimize yeni biri alınıyor, ailemiz fotoğraflarımızı raflara koyuyor, sevgilimiz bir süre sonra yeni bir sevgili ediniyor. ne gereksiziz hepimiz.
Beyin Amcıklaması
beyin amcıklaması denen durum çok farklı bir hal. tüm gün yorulmuşsanız, bir şeye üzülmüşseniz veya bir şok yaşamışsanız gerçekleşebilen bir durum. oluyor insana ara sıra. neler oluyor peki ruh halinizde o sırada?
beyniniz hiçbir şeyi algılamıyor.
bok gibi bir program açıp saatlerce dinleyebilirsiniz, beyniniz bu programın size uygun olmadığına, yaklaşık on dakika sonra sinyal gönderebilir ancak. ama siz kanalı değiştirmeye üşenirseniz saatlerce o programı izleyebilirsiniz.
size arkadaşlarınız saçma sapan bir şey anlatıyor olabilir. sizse sadece o mahçup olmasın diye abuk sabuk gülümseyerek karşılık verirsiniz ve hiçbir şekilde ne anlattığı hakkında bir fikriniz yoktur. "ay selma, senin şu yazdığın çocuk var ya bana yazıyo galibaaa!" gibi bir cümleye vereceğiniz karşılık. " hııı öyle mi? iyi." olacaktır mesela.
beyniniz hiçbir şeye hükmedemiyor.
gecenin bir körü kapınız çalabilir, komşunuz sizden kahve şeker vs. istemeye gelmiştir. hadi diyelim ki "kahve" demiş olsun. siz de düşmüş gözlerinizle "tabi komşu hemen." der ve mutfağa gidersiniz. ama aklınız gitmiştir. "şeker mi istemişti... çay mıydı... neydi la?" tekrar kapıya dönüp,"komşu ben unuttum ya ne istemiştin sen?" komşunuz da gülümseyerek "kahve komşucum kahve." aklınızda unutmamak için sürekli "kahve... kahve... kahve..." der ve gidersiniz ve götürürsünüz. ama en fenası şudur ki;
beyin amcıklaması yaşarken kafa karıştıracak şekilde konuşup, bir istek karşısında kalakalıyorsunuz
evet, saçmasapan anlattım ama... mesela demin de anlattığımız gibi komşunuz geldi. kek yapacağını söyledi ve ne istediğini belirtmek yerine, "ay komşucum, vanilyam var, sütüm var, şekerim var, yumurta, tarçın un hepsi birden var. ama kabartma tozum yok, varsa bir paket alabilir miyim?" birdenbire ne oldu şimdi? ağır bir yüklenme yapıldı. kadın, onnnca şey saydı, ben ne verecektim şimdi bu bok beyinliye? tarçın mı istedi, yumurta mı, vanilya mı, kabartma tozu mu? aaa paket istedi. vanilyaydı galiba.
beyniniz uyuşuyor ve hiçbir şey yapmak istemiyor
çok yorgunsunuz belli ki. ama çok ilginçtir ne uykunuz var ne de uyanık kalma isteğiniz. ne oluyor böyle bir durumda, koltukta mal mal oturup hiçbir şey yapmıyorsunuz. "hadi uyurum ya şimdi, gidiyim yatıyim" diyorsunuz, sonra da "siktir lan kim gidicek o yatağa şimdi, hem uykum yok ki" diyorsunuz.
hepiniz beyin amcıklaması denen durumu en az bir kez yaşadınız ve hepiniz kast ettiğim şeyleri biliyorsunuz. sadece yaşadığınız halin ne olduğunu belirtmek istedim. evet, bunu istedim ben. şimdi... annem benden ne istemişti sabah, ceketini mi, hırkasını mı...
13 Nisan 2012 Cuma
Depresyon Klişeleri
her zaman klişelerden kaçmaya çalışmışımdır. tabi ki liseli dönemlerim hariç. o zamanlar o klişeler, hayatların vazgeçilmez parçası olmalı diye düşünmüşümdür. ama hayır değildir. mesela, depresyona giren kadınların alışverişe çıkması, saçlarını kestirmesi vs. neden alışverişe çıkılıyor ki? neye iyi gelebilir ki alışveriş? ya kuaför? deli mi bu kadınlar! derdim.
üç dört haftadır ağır depresyondayım ve hiç de güzel bir şey değil bu. evden çıkmadım, sadece tatlı ve fast food yiyerek beslendim. asla o depresyona girince iştahı kapanan kızlardan olmadım. olamadım. ben bir şeye üzülünce, bir şey kafama takılınca yemeğe veririm kendimi. neyse... annem baktı ki benim bunalımlı halim geçmiyor, "gel seninle alışverişe çıkalım!" dedi. ben de "öf! ben evden çıkmak istemiyorum!" diye karşılık verdim. on dakika sonra aradım onu, "nerde buluşalım?"
ben kıyafet denemekten nefret ederim. hani elimde olsa, bir tane kıyafetin 15 rengini alıp değiştire değiştire giyeceğim. annem de sanırım bunu biliyor mu ne, beni gözlükçüye götürdü. değiştirmesi 2 saniye alan bir çeşit aksesuar. önce hayatımda hiç takmadığım modelde bir gözlük aldık, ardından da ayakkabıcıya. onda da ikinci dükkana girince sıkıldığımdan, tek dükkandaki tüm ayakkabıları denedim. bir de daha önce hiç almadığım ayakkabı aldım.
annem sanırım bu depresyon psikolojisini daha önce yaşamış olacak ki, gel bir de tatlı alalım dedi. ve biz gidip bir kiloya yakın tatlı aldık. akşam eve gelince, üzerimden yükün kalktığını fark ettim. eskisi kadar şişmiş bakmıyordu sanki gözlerim.
ama asıl hatayı, annemin bu klişeyi yapmasından önce gerçekleştirdim ben. SAÇLARIMI KESTİRDİM. sırtıma kadar inen, hafif dalgalı, kum rengi saçlarım var benim. çok severim kendilerini. ama ben, hadi belki geçer böyle diye düşünerek, gittim o saçlarımı omuzlarımda kestirdim. elbette ki pişmanım. ama her zaman saçlarımın omuzlarımda nasıl duracağını merak etmişimdir. cevaplamış oldum böylece.
şunu anladım abi, kendi kafana göre iş yapmayacaksın. ne biliyorsa büyükler biliyor. kendini salacaksın onlara, kafana göre "gidip saçlarımı kestiriyim oh rahatlarım!" demeyeceksin! rahatlamıyorsun zira. tek içimi rahatlatan, kökü bende olması.
büyükler biliyor abi, klişe yapacaksan da gidip annenle yapacaksın, o zaman o kadar yalnış gelmiyor sanki. evet. böyle.
12 Nisan 2012 Perşembe
Aşk Safsatası
kendi kendine çok kızabiliyor insan bazen. "neden aşık oluyosun lan! yetiyoduk işte birbirimize! "
aşığım ve bundan dolayı pişmanlık duyacağım aklıma gelmezdi. sebebini belirttim işte, yetiyordum kendi kendime. sorunlar benim sorunlarımdı ve kimseyle paylaşmasam da geçebiliyordu, hayat benim hayatımdı ve bir yerde tek başıma oturup kahve içmek garip gelmiyordu. sonra, aşık oldum ve hayatım tamamen ters yüz oldu. sorunlarım, ona anlatmam gereken sorunlarım, hayat bizim hayatımız... kahvecide tek kişi oturmak sıkıcı gelir oldu. sonra onunla ilgili sorunlarım çıktı. kıskançlıklar, özlemeler, istekler...
bir sevgilim olmasaydı hiçbirini beklemeyecektim belki hayattan. sağdan soldan insanlarla flörtleşip uzayacaktım iş ciddileşmeden yanlarından. ilişkiler çok korkunç o yüzden. hiç olmadığın bir insana dönüşüyorsun. o insanı her şeyin yapıyorsun ve işin kötüsü o her şeyin olurken sen bunu fark etmiyorsun. hayal kırıklıklarını ona anlatıyorsun, mutluluklarını ona anlatıyorsun. artık yalnız değilsin ve alıştığın yalnızlıktan tamamen uzaktasın. yalnız kalma düşüncesine zamanında sıkı sıkıya bağlanmışken, şimdi sana o kadar korkunç bir fikirmiş gibi geliyor ki!
bir kere, "sen kimsin ki başkaları üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyorsun!" fikri, ilişkilerde değişiyor. ilişkiler değiştiriyor insanı. aşk insanın canını bu kadar yakarken neden hala inatla aşık oluyoruz bilmem ki...
aşığım ve bundan dolayı pişmanlık duyacağım aklıma gelmezdi. sebebini belirttim işte, yetiyordum kendi kendime. sorunlar benim sorunlarımdı ve kimseyle paylaşmasam da geçebiliyordu, hayat benim hayatımdı ve bir yerde tek başıma oturup kahve içmek garip gelmiyordu. sonra, aşık oldum ve hayatım tamamen ters yüz oldu. sorunlarım, ona anlatmam gereken sorunlarım, hayat bizim hayatımız... kahvecide tek kişi oturmak sıkıcı gelir oldu. sonra onunla ilgili sorunlarım çıktı. kıskançlıklar, özlemeler, istekler...
bir sevgilim olmasaydı hiçbirini beklemeyecektim belki hayattan. sağdan soldan insanlarla flörtleşip uzayacaktım iş ciddileşmeden yanlarından. ilişkiler çok korkunç o yüzden. hiç olmadığın bir insana dönüşüyorsun. o insanı her şeyin yapıyorsun ve işin kötüsü o her şeyin olurken sen bunu fark etmiyorsun. hayal kırıklıklarını ona anlatıyorsun, mutluluklarını ona anlatıyorsun. artık yalnız değilsin ve alıştığın yalnızlıktan tamamen uzaktasın. yalnız kalma düşüncesine zamanında sıkı sıkıya bağlanmışken, şimdi sana o kadar korkunç bir fikirmiş gibi geliyor ki!
bir kere, "sen kimsin ki başkaları üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyorsun!" fikri, ilişkilerde değişiyor. ilişkiler değiştiriyor insanı. aşk insanın canını bu kadar yakarken neden hala inatla aşık oluyoruz bilmem ki...
11 Nisan 2012 Çarşamba
Steril Çocuklar
hayatım boyunca, bilgisayara bağımlı bir insan olmadım. evet oyunlar şunlar bunlar çok güzel şeyler, ama bilgisayar benim için çok da lazım bir şey değildi. google tanrısından bahsetmiyorum, o, bu dünyadaki en büyük gerekliliklerden biri elbet. ama geçen gün fark ettim ki, ben tam bir bağımlı olmuşum. yani tatile gidince internet kafesine oturmuyorum otellerin, ama evdeyken başka hiçbir şey yapmadan, yemek dışında, bilgisayar kullanıyorum. yabancı dizileri takip etme tutkusundan geliyor bu sevda da.
ben belki o kadar garip değilim. alıştınız benim gibi varlıklara sağda solda. kime alışkın değiliz biliyor musunuz? çocuklara. el kadar çocuklar, deli gibi internet kafelerde yaz tatilleri boyunca. anneannemin evi sarıyer'de ve çok yakınında bir internet kafe var. saat kaçta çıkarsam çıkayım, aynı yüzleri görüyorum içerde. hepsi de 8-16 yaş arası erkeklerden oluşuyor. yaz tatillerini ve okuldan arta kalan zamanlarını bu şekilde geçiriyorlar olsa gerek. ben kendi yaz tatillerimi hatırlıyorum da şükrediyorum:
her sabah evde vakit geçirmeme karşın, her akşam hava serinledikten sonra saatlerce çocuk parkında oyun oynardım. gün geldi eve bit getirdim, gün geldi biti ben millete bulaştırdım. ama sıradan bir çocukluktu işte.
sanırım bizler, son şanslı nesiliz. son kez eve, bilgisayara kapanmadan, sokaklara çıkıp kolunu bacağını yaran nesil olmuşuz. şimdiki çocuklarda yara bile yok. bense vücudumdaki tüm yaralarla gururlanıyorum. ama ben normal bir ailede büyütüldüm. saldılar beni ben koştum, düştüm...
şimdiki çocukların nasıl yetiştirildiğini görüyor musunuz? " aman düşmesin, aman ellemesin, aman ordan kaymasın, yerler çok pis sakın yerde oynamasın!" ben düştüm, elledim, kaydım, pis yerlerde oynadım ve akşamına da yıkandım.
neden bu kadar çok hastalık türedi zannediyorsunuz? ailelerin pimpirik manyaklığından elbette. çocuk dediğin düşe düşe büyürdü, artık düşmeden büyüyor. en küçük bir soğuk çıktığında, hepsi öksürmeye başlıyor deli gibi. övünmek için söylemiyorum, yok yok övünmek için söylüyorum, en son ne zaman hasta olduğumu bile unuttum. ne o salgınlara yakalandım, ne de birdenbire ateşim çıktı ve yataklara düştüm.
düşmek, yaralarının kabuk bağlaması, sonra da o kabukları soyup tekrar kanatmak, bilgisayar başında vakit geçirmekten çok daha güzel. ama ne bilecekler ki!
ben belki o kadar garip değilim. alıştınız benim gibi varlıklara sağda solda. kime alışkın değiliz biliyor musunuz? çocuklara. el kadar çocuklar, deli gibi internet kafelerde yaz tatilleri boyunca. anneannemin evi sarıyer'de ve çok yakınında bir internet kafe var. saat kaçta çıkarsam çıkayım, aynı yüzleri görüyorum içerde. hepsi de 8-16 yaş arası erkeklerden oluşuyor. yaz tatillerini ve okuldan arta kalan zamanlarını bu şekilde geçiriyorlar olsa gerek. ben kendi yaz tatillerimi hatırlıyorum da şükrediyorum:
her sabah evde vakit geçirmeme karşın, her akşam hava serinledikten sonra saatlerce çocuk parkında oyun oynardım. gün geldi eve bit getirdim, gün geldi biti ben millete bulaştırdım. ama sıradan bir çocukluktu işte.
sanırım bizler, son şanslı nesiliz. son kez eve, bilgisayara kapanmadan, sokaklara çıkıp kolunu bacağını yaran nesil olmuşuz. şimdiki çocuklarda yara bile yok. bense vücudumdaki tüm yaralarla gururlanıyorum. ama ben normal bir ailede büyütüldüm. saldılar beni ben koştum, düştüm...
şimdiki çocukların nasıl yetiştirildiğini görüyor musunuz? " aman düşmesin, aman ellemesin, aman ordan kaymasın, yerler çok pis sakın yerde oynamasın!" ben düştüm, elledim, kaydım, pis yerlerde oynadım ve akşamına da yıkandım.
neden bu kadar çok hastalık türedi zannediyorsunuz? ailelerin pimpirik manyaklığından elbette. çocuk dediğin düşe düşe büyürdü, artık düşmeden büyüyor. en küçük bir soğuk çıktığında, hepsi öksürmeye başlıyor deli gibi. övünmek için söylemiyorum, yok yok övünmek için söylüyorum, en son ne zaman hasta olduğumu bile unuttum. ne o salgınlara yakalandım, ne de birdenbire ateşim çıktı ve yataklara düştüm.
düşmek, yaralarının kabuk bağlaması, sonra da o kabukları soyup tekrar kanatmak, bilgisayar başında vakit geçirmekten çok daha güzel. ama ne bilecekler ki!
Göt Türkler ve Meral Okay
öyle bir memleketimiz var ki, insanda ne ar bırakır ne namus. öldükten sonra bile değişmez bu durum. inanılmaz meraklı, inanılmaz dedikoducu ve yadsınamaz bir büyüklükte çenebazdır halkımız.
geçen gün anneannemi ziyarete gitmiştim, bana söylemedi ama, ben gideceğim için Emine Hanım yerine, onun evinde toplanacaklarmış. yani tam bir patates salatası, ıspanaklı börek, havuçlu kek üçgeninin arasına düşmüştüm. dedikodular da cabası. anneannem, çevresindeki en huzursuz kadındır belki, huzuru dedikodu ve kötülemeyle bulur. bir an sessizlik oldu, hani şu aynı anda herkesin çay içmesinin sesiyle oluşan bir sessizlik var ya, öyle işte.
anneannem, " hani şu müjganların oğlu var ya, ismet. evleniyomuş."
komşular da haliyle şaşırdılar duruma." aaaa! hayırlı olsun! kimmiş kız? kimlerdenmiş?"
anneannem de büyük bir keyifle," hostesmiş hava yollarında. minik minik eteklerle geziyomuş."
"aaa! iyiymiş iyiymiş! bak eve ekmek de getirir o kız. artık eli ekmek tutmayan kızı almayacaksın zaten!"
anneannem eteğin yeterli derecede etki etmemesi üzerine, daha farklı bir platforma oturttu sohbeti:
"kızı ismet hamile bırakmış diyolar. ondan evleniyolarmış! sen evlenmeden düş kalk, sonra da karnı belli olmadan evlen! "
ben şaşırma efektleri beklerken, komşular beni içten içe güldüren bir şey söylediler:
"iyi olmuş iyi, zaten yaşı da gelmişti çocuğun. bi yere kadar bekarlık. bak annesi de vefat etmişti tek kalmıştı evde. sıcak bi yemeği olur. kız da ekmek getiriyorsa, daha ne olsun!"
anneannemin kudurmasını anlatamam. yani önce "aman beee siz de!" bakışı fırlattı sağına soluna, sonra kimsenin onun dedikodusunu dinlememesi üzerine, sustu. sinirlendi. ben de çay doldurmaya gittim iyi aile kızı olarak.
ailede tek deli anneannem değil, bizim tüm sülalede var bir bokluk ben size diyim. mesela babaannem. kindar ruh halinden bahsetmek yerine, 60 yaşındaki çük merakını anlatayım size ben en iyisi.
bir gün, beşiktaş pazarına doğru yürürken, ben daha 10 yaşında falanım, nereden aklına geldiyse kulağıma eğildi:
"veroniiiiiiik! kız araplar o elbiselerinin altına don giymiyorlarmış rahat olsun diye. efil efil geziyorlarmış! ay sallana sallana püfür püfüür! ahahahahahahahaha!"
diye bir konuşma düşünün. yok yok güldürmüyor on yaşındaki bir kızı çük muhabbeti, aksine, midem bulanmıştı. zira annemle babamın seviştiklerini yeni yeni öğrenmiştim, ayrıca bir arabın sallanan çükü bana ne diye komik gelsindi ki! buna rağmen babaannem beş dakika kadar gülmüştü buna. sana ne lan arabın sallanan çükünden!
peki, size daha ilginç bir şey söyleyeyim, neden davullu zurnalı evleniyoruz? çünkü bizim halkımız iki kişi sevişecekse bu gizli kapaklı olsun istemez, bilmek ister. her şeyi duymak ister. sevişecek tarafları görmek ister. ama, görmeyince de dedikodu malzemesi yapar. bu kadar bok beyinli halkımız işte.
neyse efendim, çok alakasız olacak belki türk halkından girdim dedikodudan anneanneden babaanneden çıktım ama, güncel bir mevzu katmak istiyorum işin içine. neden türklere şu sıralar bu kadar kızgın olduğumla ilgili güncel bir haber sadece.
MERAL OKAY. meral okay'ı daha yeni kaybettik. uzun süredir kanser tedavisi görüyordu ve birkaç sabah önce vefat etti. bu kadar erken yaşta ölmesi, hepimizi çok üzdü. müthiş bir kadındı. buna rağmen, ölümünden birkaç saat sonra, internet gazeteciliğindeki (o piç kurularına gazeteci demek benim ayıbım aslında) "O KADIN ÖLDÜ" gafından da önce , facebookuma ekli bir çocuk tam olarak şunu yazmış:
MUHTEŞEM YÜZYIL dizisinin senaristi MERAL OKAY ÖLMÜŞ. BAKIN OKAY KİMDİ ?
o değil de, sizler babalarınız ölür, sevmezsiniz, cenazesine gidip
"helal olsun!" dersiniz. kardeşiniz ölür, sevmezsiniz, mezarı başında
ağlarsınız. insanımız, nereye gidiyor! ben çözemiyorum bunu. sadece
Meral Okay için olan bir şey değil bu. Defne Joy Foster öldüğü zaman da,
kadının ne namusu bırakıldı, ne ahlakı, ne anneliği. yahu kadın öldü.
anneliğini siz daha mı iyi bileceksiniz. annelik ayrı bir şeydir babalık
ayrı bir şeydir eş olma durumu tamamen farklı bir şeydir. halkımız
sadece dedikodu ile beslenen, satılmış medyanın anlattıklarıyla hareket
eden ve kendine ait hiçbir düşüncesi olmayan insanlar oldu. sağolsun televizyon, sağolsun cahillik, sağolsun beyinsiz halkımız! sizler olmasanız neye kızıp küfrederdim ben?!
geçen gün anneannemi ziyarete gitmiştim, bana söylemedi ama, ben gideceğim için Emine Hanım yerine, onun evinde toplanacaklarmış. yani tam bir patates salatası, ıspanaklı börek, havuçlu kek üçgeninin arasına düşmüştüm. dedikodular da cabası. anneannem, çevresindeki en huzursuz kadındır belki, huzuru dedikodu ve kötülemeyle bulur. bir an sessizlik oldu, hani şu aynı anda herkesin çay içmesinin sesiyle oluşan bir sessizlik var ya, öyle işte.
anneannem, " hani şu müjganların oğlu var ya, ismet. evleniyomuş."
komşular da haliyle şaşırdılar duruma." aaaa! hayırlı olsun! kimmiş kız? kimlerdenmiş?"
anneannem de büyük bir keyifle," hostesmiş hava yollarında. minik minik eteklerle geziyomuş."
"aaa! iyiymiş iyiymiş! bak eve ekmek de getirir o kız. artık eli ekmek tutmayan kızı almayacaksın zaten!"
anneannem eteğin yeterli derecede etki etmemesi üzerine, daha farklı bir platforma oturttu sohbeti:
"kızı ismet hamile bırakmış diyolar. ondan evleniyolarmış! sen evlenmeden düş kalk, sonra da karnı belli olmadan evlen! "
ben şaşırma efektleri beklerken, komşular beni içten içe güldüren bir şey söylediler:
"iyi olmuş iyi, zaten yaşı da gelmişti çocuğun. bi yere kadar bekarlık. bak annesi de vefat etmişti tek kalmıştı evde. sıcak bi yemeği olur. kız da ekmek getiriyorsa, daha ne olsun!"
anneannemin kudurmasını anlatamam. yani önce "aman beee siz de!" bakışı fırlattı sağına soluna, sonra kimsenin onun dedikodusunu dinlememesi üzerine, sustu. sinirlendi. ben de çay doldurmaya gittim iyi aile kızı olarak.
ailede tek deli anneannem değil, bizim tüm sülalede var bir bokluk ben size diyim. mesela babaannem. kindar ruh halinden bahsetmek yerine, 60 yaşındaki çük merakını anlatayım size ben en iyisi.
bir gün, beşiktaş pazarına doğru yürürken, ben daha 10 yaşında falanım, nereden aklına geldiyse kulağıma eğildi:
"veroniiiiiiik! kız araplar o elbiselerinin altına don giymiyorlarmış rahat olsun diye. efil efil geziyorlarmış! ay sallana sallana püfür püfüür! ahahahahahahahaha!"
diye bir konuşma düşünün. yok yok güldürmüyor on yaşındaki bir kızı çük muhabbeti, aksine, midem bulanmıştı. zira annemle babamın seviştiklerini yeni yeni öğrenmiştim, ayrıca bir arabın sallanan çükü bana ne diye komik gelsindi ki! buna rağmen babaannem beş dakika kadar gülmüştü buna. sana ne lan arabın sallanan çükünden!
peki, size daha ilginç bir şey söyleyeyim, neden davullu zurnalı evleniyoruz? çünkü bizim halkımız iki kişi sevişecekse bu gizli kapaklı olsun istemez, bilmek ister. her şeyi duymak ister. sevişecek tarafları görmek ister. ama, görmeyince de dedikodu malzemesi yapar. bu kadar bok beyinli halkımız işte.
neyse efendim, çok alakasız olacak belki türk halkından girdim dedikodudan anneanneden babaanneden çıktım ama, güncel bir mevzu katmak istiyorum işin içine. neden türklere şu sıralar bu kadar kızgın olduğumla ilgili güncel bir haber sadece.
MERAL OKAY. meral okay'ı daha yeni kaybettik. uzun süredir kanser tedavisi görüyordu ve birkaç sabah önce vefat etti. bu kadar erken yaşta ölmesi, hepimizi çok üzdü. müthiş bir kadındı. buna rağmen, ölümünden birkaç saat sonra, internet gazeteciliğindeki (o piç kurularına gazeteci demek benim ayıbım aslında) "O KADIN ÖLDÜ" gafından da önce , facebookuma ekli bir çocuk tam olarak şunu yazmış:
MUHTEŞEM YÜZYIL dizisinin senaristi MERAL OKAY ÖLMÜŞ. BAKIN OKAY KİMDİ ?
“Muhteşem Yüzyıl” adlı dizinin Senaristi Meral Okay, SULTAN SÜLEYMAN’I
ilerki bölümlerde GAY rolünde oynatacaklarını belirtti… Aktarılan
bilgilere göre Kanuni Sultan Süleymanı oynayan Halit Ergenç ilk bölümde
ve fragmanda şehvet düşkünü olarak lanse
ediliyordu..Meral Okay’a bunun ilerki bölümlerde nasıl bir farklılık
göstereceğini yönelttidiğinde; Bizim amacımız sanat yaratmak bunuda son
olarak OSMANLI’da deniyoruz.. KANUNİ SULTAN
SÜLEYMAN’ı biraz daha
sanatsal olarak göstermek için ileriki bölümlerde GAY (eşçinsel) olarak
seyircilere sunacağız (seni anasını siktiğim karısı seniii böle görürsün
ananın amını9 tersten oooooh kaldırmayın orospunun cenazesini amk)
o değil de, sizler babalarınız ölür, sevmezsiniz, cenazesine gidip
"helal olsun!" dersiniz. kardeşiniz ölür, sevmezsiniz, mezarı başında
ağlarsınız. insanımız, nereye gidiyor! ben çözemiyorum bunu. sadece
Meral Okay için olan bir şey değil bu. Defne Joy Foster öldüğü zaman da,
kadının ne namusu bırakıldı, ne ahlakı, ne anneliği. yahu kadın öldü.
anneliğini siz daha mı iyi bileceksiniz. annelik ayrı bir şeydir babalık
ayrı bir şeydir eş olma durumu tamamen farklı bir şeydir. halkımız
sadece dedikodu ile beslenen, satılmış medyanın anlattıklarıyla hareket
eden ve kendine ait hiçbir düşüncesi olmayan insanlar oldu. sağolsun televizyon, sağolsun cahillik, sağolsun beyinsiz halkımız! sizler olmasanız neye kızıp küfrederdim ben?!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)