29 Mayıs 2012 Salı

Jilet Kırmızısı Paltolu Sarışın Kadın 2


üniversite için her zaman büyük hayallerim oldu. yeni arkadaşlar edinecektim, çimlerin üzerinde oturup insanlarla muhabbet edecek ve müthiş bir çevre yapacaktım, ailemden uzakta, şehir dışında okuyup, kendime bir ev tutacak, bir yandan salak bir işte çalışıp, bir yandan okuyacak, geleceğin büyük avukatlarından olacaktım.

bir gün, benim ölümüne sevdiğim çocuk, zamanında biricik dostum olan şahıs, "ben sözele geçeceğim. tm de yapamıyorum." dedi.

onunla ayrı sınıflarda okumak demek... zaten karşısında hiç olmayan şansımı, daha da yokuşa koşardı. neden şansım yoktu: çok sevimliydi, çok popülerdi ve çok güzel bakmasına rağmen, ben öyle bakmadığı kızlardandım. en yakın arkadaşı ben değildim, ama benim en yakın arkadaşım oydu. nereden anlamıştım olmadığımı, diğer arkadaşlarını çoktan evine davet edip ailesiyle tanıştırmış ve az çok bir yer edindirmişti hayatında.

insanlar onu evlerine, kafelere, sinemalara davet ediyorlardı. büfenizde, aile üyelerinden birinin zamanında getirdiği ve zamanla tozunu almaya bile üşendiğiniz biblolar olur ya, öyle bir histi içimdeki. sanki onunla aynı sınıfta okumasak, ben unutulacaktım.

"alo? ben de sözele geçeceğim. pazartesi gidecek misin okula?"

dilekçemi vermeye gittim. işin garibi, dilekçe yazmayı bile bilmeden, sözel bölümü seçiyordum.

"ne harika! artık avukat olamayacağım! leydimizin sivri dilini iyi kullanacağı başka bir iş bulması lazım artık!"

çıkışa kadar göremedim onu. sürekli gözüm kapıdaydı, ama girmiyordu bir türlü. ben tam okulun kapısından çıktım, karşıdan geliyordu: tüysüz, sarışın, kocaman gözleri ve kafası olan, gergin çocuk... ellerini o denli yiyordu ki, artık şekli bozulmuş, saçma sapan bir hal almıştı. aklına ne zaman bir şiir dizesi gelse, not defterini çıkarır, ona bir şeyler karalardı. işin kötüsü; çok kötü şiir yazardı. ama sevgili arkadaşları bu şiirleri her zaman severdi. "sen ilerde çok büyük bir şair olacaksın!" derlerdi. oysa ben gerçekçi davranıp "üzgünüm ama beğenmedim." diyip, sürekli daha da uzaklaştırırdım onu kendimden.

"dilekçe mi vermeye geldin?"
"ben dilekçemi verdim."
"ben kararsızım, sence geçmeli miyim sözele?"

geçmeli miydi?! ben onun için dilekçemi vermiştim ve artık avukat olamayacağım çok açıktı!

"tabi ki! anladığım kadarıyla sen de benim gibi matematik özürlüsün! matematikte bir şey yapamadan nasıl öss'yi kazanmayı beklersin ki!"
"haklısın... ben giriyorum."
"ben bekleyeyim mi?"
"sen bilirsin."

sen bilirsin! umutsuz vakalara aşık olmakta üstüme tanıyamadım henüz! çocuğun beni sevmeyeceği apaçık belliydi işte! ama artık, gene, aynı sınıftaydık. her ne olursa olsun okulda onsuz bir gün çekilemezdi.


ve ben, bir avukat olamadım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder