7 Aralık 2013 Cumartesi

HİKAYENİN SONU BİR GENCE TEŞEKKÜR

uzun süredir bloguma hiçbir şey yazmıyordum, sanırım önemli bir şeyler olmasını bekliyordum.

her zaman çevremde güzel bir çift aradım. bana evlilikten ve uzun ilişkilerden korkmamam gerektiğini ispatlayacak bir iki ilişki örneğine ihtiyacım vardı. çünkü çevremdeki herkes 2-3 haftalık, en fazla 4-5 aylık ilişkiler yaşayıp bunun kıymetini ya bilemiyordu, ya da ilişkisini sürdürecek birisini bulamıyordu. sonunda buldum, üstelik sadece 17 yaşındaydım ve gerçek ilk ilişkime başlamıştım. en yakın arkadaşım sevgilim olmuştu ve görüldüğü kadar korkunç değildi. çünkü zaten her konuda anlaşıyorduk. aradan 1-2 yıl geçti ve beni abisiyle ve sevgilisiyle geçireceğimiz bir güne davet etti. abisi ve sevgilisi gerçekten müthişlerdi. on yıldır beraberlerdi ve hala çok kısa zamandır beraberlermiş gibi öpüşüyor, sarılıyor ve birbirlerine baktıklarında, sanki dünyada başka hiçbir şey yokmuş gibi kenetleniyorlardı birbirlerine. onları tanıdığım andan itibaren, örnek aldığım çiftti onlar.

türk kızlarını, seviyeli oluşlarından dolayı tebrik ettim ben. bir erkeğin ne kadar en yakın arkadaşı da olsalar, o erkeğin kız arkadaşının yanında arana hep bir mesafe koyarlar. sanki gerçekten o kadar samimi değillermiş gibi. sessizlerdir, dokunma konusunda bile çekingenlerdir. benim sevgilimin en yakın kız arkadaşlarından biri, bunu asla bilemedi ama. arasına hiçbir mesafe koymadı. benim yanında olmam hiçbir şeyi değiştirmedi. sadece sürekli yakın oldu, bir kadına rahatsızlık verici derecede yakınlık... türk olmamasından kaynaklanıyordu büyük ihtimalle. her zaman mesafeleri olan insanları çevremde tuttum, ya da onlara durmaları gereken noktayı söyledim. aslında çok ilginç insanlarla tanıştım. hiçbir sınırları yoktu, onlara sınırlarının "ben" olmam gerektiği konusunda uyardım. sonra fark ettim ki bu kız çevremde hep olacak ve 5 yılın sonunda ona ısınmak için elimden gelen her şeyi yaptım. dün gece. sıcak davrandım, onları kardeş gibi düşünürsem daha kolay sindirebilirim onun bu hareketlerini diye düşündüm. çok fazla uğraştım aslında. benim gibi uğraşmayı sevmeyen bi insana göre çok fazlaydı bu.

dün gece, ilk önce sevgilim, ben, abisi, sevgilisi, sevgilimin arkadaşı ve abisinin arkadaşı toplaşıp rakı içmeye gittik. abisinin sevgilisi erkenden kalktı. hoşuma gitmedi, onları birlikte görmek her zaman çok güzeldi. 15 yıldan sonra bile hala güzellerdi. bana umut verebilecek kadar güzel. rakılar bitince konsere gittik ve sevgilimin arkadaşıyla abisini yakınlaşırken gördüm. açıkçası bir süre görmek istemedim. hayatımda kıskandığım tek çift ve yakınlık kurmaya çabaladığım kız...

bunu sevgilim de fark etmişti tabi ki. ona anlattım. "örnek alacak çifte ihtiyacım vardı, ve şu an hiçbir güzel çift tanımıyorum.". belki şu 5 yılda söylediği en güzel şeyi söyledi bana: "bizi düşün, başkasını düşünme. kimseyi örnek alma, kimseye de örnek olma."

bir de, belki gün gelir okur, Mimar Sinan'lı, hiç tanımadığım bir gence teşekkür etmek istiyorum. tüm bu olaylar olduktan sonra gitmek istedik ordan ve ben kalabalığın içinden zorla çıktım ve kenarda suratsızca beklemeye başladım. suratsızlığımı fark eden bir genç, karşıma geçti, elini yüzüme paralel uzattı. anlamadığımı belli edecek şekilde başımı salladım, elini küçücük salladı ve gülümsedi. ben de elimi kaldırdım. tekrar elini salladı. "çak " demek olduğunu bi süre geçince anladım. ve çaktım. iki elini yumruk yapıp baş parmaklarını kaldırdı "böyle gülümse" dedi ve başka hiçbir şey söylemeden gitti.

16 Nisan 2013 Salı

Mna Koyayım Böyle Dünyanın

bilmem nerede, haftanın 6 günü, izin günü perşembe olmak üzere bir aydır çalışıyorum. 774 tl maaş aldım. faruk çelik olacak ibne, bunu belirtmesem olmazdı, bu parayla bal gibi geçinileceğini belirtmişti vakti zamanında. haftanın 6 günü eşşek gibi ayakta çalış, koştur et, 774 tl al. yemek yemek için 300 lirasını harcadım zaten. 70 lirayı akbile verdim, pardon istanbul kart.  kaldı 400 lira. pantolonum yıpranmış yenisini almak istedim, 150 lira mavi'den alınacak bir pantolon. neden maviden alıyorum değil mi? ben kimim ki mavi gibi bi markadan pantolon alıyorum?! 10 liraya pantolon yok mu alsana amk ordan! yoook, beğendiremedik marka düşkünü kızımıza... almak istediğim kitaplar vardı ne zamandır. 200 lira civarı tutuyor, toparlayamıyorum diye alamıyordum bir türlü, onları aldım, kaldı mı sana 50 lira? şimdi, o 50 lirayla, arkadaşlarınla mı görüşürsün, eve giderken tatlı mı alırsın, yoksa giderlerine mi harcarsın bilemiyorum.

şimdi bakan okursa bunu, işi yok nasılsa ota boka dava açıp vakit geçiriyorlar, kız gitmiş 150 liralık pantolon almış, 10 liraya gitsin alsın! gitmiş 200 liralık kitap almış, gitsin korsanını alsın, 30-40 liraya gelir. hatta korsan da günah zaten, hiç okumasın! okuyup da noluyo! bak ben okumadan bakan oldum! da diyebilirdi. yemek olarak da 30 gün simit yesin, 100 liraya çıkar işte o da. kalanıyla da evinin parasını, faturalarını öder, bal gibi yaşar işte! ne kadar şikayetçisiniz amk! demez mi?

asıl çözemediğim, insanlar bu denli açlıktan ölürken, nasıl oluyor da bu ibnetorlar hala bizim başımızda oluyor?

annem bu şekilde bir yazıyı internete koyacağımı bilse, engellemek için elinden geleni yapardı. çünkü artık, tek bir şeye yaptığın yorumdan, eleştiriden hapse atıyorlar seni.

din öğretmenimden dayak yemiştim, inançsızlığımı ve aşırılığımı fark ettirince. aslında bir aşırılığım yoktu, sadece sorgulamak geliyordu içimden. sürekli derste "kadınların tek tel saçı görünmemeli!" "allah o kadar yücedir ki, istediklerini yaparsanız cennet gibi bir lütufa, yapmazsanız cehennem gibi bir felakete erdirir!" "kadın dediğinin aklı eksiktir, o yüzden kadınlarla erkekler eşit değildir!" diye anlatıp dururdu. hepsi saçma gelirdi ve hepsiyle ilgili soru sorardım sürekli. neymiş efendim kadını erkeğin kaburga kemiğinden yaratmışmış, erkeği yaratan kadınmış.... erkeklerdeki bu ego... kimse neden kadının erkeği doğurduğunu kabullenmiyor da, bu şekilde bir düşünceye boyun eğebiliyor, kadınlar nasıl bu kadar aşağılanmayı kabul edebiliyor, bir türlü çözemedim. ağır geldi, ben de dinmiş allahmış kabullenmedim. akabinde, beni yere düşürecek dayağı da kabullenmiş oldum, e hak ettim tabii!

halka öyle bir düşünce kalıbı yerleştirmişler ki: kadın okuyabilir. ama evlendikten sonra evde, çocuklara bakması ve kocasının gönlünü her daim hoş etmesi gereklidir. sofraya her gün çalışsa bile 3 çeşit yemek koymalıdır. 25 yaşından sonra evlenen kız evde kalmış sayılır, çünkü erkekler istediği yaşta evlenebilir ama kadınları 25 yaşından sonra hem kadınlığını hem doğurganlığını düşünerek kimse almak istemez. insanlar evlenmek ve çoğalmak zorundadır, çocuğu olmayan kadın, eksiktir. zina büyük günahtır, zaten cezası cehennemdir, üstelik mahallelinin bakışları ve dedikoduları o kişiyi delirtene kadar delici olmaya devam edecektir. mahallenin tüm kızlarının namusundan, mahallelinin tüm erkekleri ve kadınları sorumludur. eğer ki biriyle görüştüğünüz görülürse, ailenize itinayla haber verilecektir. 30 yaşından sonra hala evlenmemiş olursanız, üzerinizde büyü vardır ve üfürükçülere bozdurulması gerekmektedir. erkek en yücedir, en üstündür, kadın tüm hayatını babası, abisi, akrabası ya da  kocasını memnun etmek için harcamalıdır. bir kadın kendi başına eve çıkarsa, yoldan çıkmıştır ya da bir daha o eve dönmesindir. bir kızın arkadaşında kalması, kızın o gece yoldan çıkarılmasına delalettir ve asla izin verilmez.

of! daha konuşsak ülkenin sevmediğimiz özellikleriyle ilgili... hep kızdım ben aileme beni iyi yetiştiremediniz diye. neyine iyi yetiştirememişler, ayağımda eski ayakkabı olmadı, sırtımda eskidikçe yenilenen kalın paltom, masamda ne kadar zorluk çeksek de haftada bir önüme koyulan etim. yırtık ayakkabı hiç giymedim veya bitlenince, çoğu insan gibi saçıma 3 numara makineyi yemedim (kızlara da vuruyorlar o makineyi bilmem hiç gördünüz mü, ben gördüm). anneannem gitmiş bot almış, neden kahverengi bu, git değiştir siyahını al demişler, alacak para var mı sormamışlar.

kalıplara sokulmuş bir hayatı reddetmek yasak olmuş ülkemizde, sen, 774 tl maaş alırsın, yemeğini evden işe götürürsün. 6 gün çalışırsın, çocuğuna yeni ayakkabı alamazsın, o çocuğa şükretmeyi öğretirsin ama o sorgulamayı tercih ederse dayak yer. kızsan 25 ine varmadan evlenirsin, erkeksen her şey mübah, tek istenen çalışman ssk'lı bir işe girmen. kendine uymayan bir işte mutsuzsan ayrılamazsın, çünkü ailen baskı yapar. kitap okumazsın, en ucuz eğlence aleti olan "aptal kutusu" yla eğlenirsin. sen 150 liralık pantolonu alamazsın ama bakanların telefon borcunu bile sen ödersin...

e sıçmaz mısın bu hayata?

22 Mart 2013 Cuma

Otobüs Maceraları

  merhabalar sevgili okurlarım, canlarım, birtanelerim. düşündüm ki bir kadının anlatacak en ilginç konularından biri ne olabiliiiiir? elbette, otobüste yaşadığı akla hayale gelmeyecek anıları. gördükleri, yaşadıkları, yaşattıkları.

  mesela, sizler hiç otobüste bir kavganın arasında kaldınız mı? ha okurlarım?sarıyer- beşiktaş sahilden giden hat... inanılmaz bir trafik ve inanılmaz bir kalabalık. otobüsteki liseli erkekler, hiç tanımadıkları liseli kızlara laf atmaya başlar. kızlar da hafif naz yaparak onları tersler ve bu bitmek tükenmek bilmeyen diyaloğun yarım saati sonunda, bir amca "laaaaaaan! aile var lan burda! susun lan artık piçler!" diye bağırır. bunun üzerine kızlar "aaa, ona neymiş ki yalnıız?" diye cevap verir, bunun üzerine çocuklar bundan güç alarak "amca sen kendi işine bak allasen ya!" der. ve, benim iki sağımda bu diyalog başlamışken, solumda çoluk çocuk karşılıklı dörtlü koltuğu kapmış olan adam, gaza gelir ve kemerini çıkarıp (burda edepsiz şeyler paylaşacağımı düşünen arkadaşlar, toparlanın. aaa! hiç bilmem öyle şeyleri!) gençlerin kafasına kafasına kemeri şıklatmaya başlar. tabii ki veronik o sırada tam aradadır ve kemerin "kırbaç etkisinden" nasibini almıştır. bu atak üzerine herkes onu sakinleştirmeye çalışır, adam, üç çocuğuyla aynı anda ağlamaya başlar ve bu, tüm liseli gençlerin arabadan atılmasıyla sonlanır. (yaş:17)

  peki ya sizler, 70'lik teyzeyi fortlayan 60'lık amcayı gördünüz mü hiç? 9:15- 522st hattında görebilirsiniz bu amcayı. pala bıyıklı koccaman bir amca. önüne gelen göte hiç umursamadan yaslanabilir. bir elini cam kenarındaki demire, diğerini de ortadaki oturma yerlerindeki demire dayar ve haybeye önündeki 70'lik teyzeyi fortlamaya başlar. teyze tam önümde durmaktadır. ama "olm 70 yaşında lan... zevk alıyosa, ben de onu bölüyosam, bedduasını almıyim?" diye düşünmenize rağmen siz ona yer verip adamdan tamamen uzak bir köşeye kaçarken, teyze size hala hayır duası ediyorsa, evet doğru şeyi yapmışsınızdır. bunu fark eden tüm otobüs ahalisi kadınlara yer verir ve ayakta bir tek erkekler kalır. ondan sonra o otobüste bir daha o amcayla yolculuk etmeyeceksinizdir. çünkü sizin olduğunuzu görünce otobüse attığı ayağını geri alır ve sizin olduğunuz otobüse binmez.(yaş:19)

  gelelim bir takip hikayesine, maltepe'den sarıyer'e takip edildiniz mi siz arkadaşım? üç tane otobüs değiştirdim, gene bırakmadı gene bırakmadı. en sonunda hacıosman'daki ormanı bi bok sandı da sanırım o yüzden başka yola geçti. saat:21.00 şeker bayramı. tarihi önemli değil, siktir edebilirsiniz. anneanneniz ve dedeniz ile bir akrabanızı ziyarete gitmişsinizdir ve tam götünüzün dibinde doğudan gelen tek kaş (aslında tek kaştan ziyade bir kaşı üç parmak kalınlığında olan kıvırcık bir adam diyelim) bir adamın bittiğini hissedersiniz. ne bok yemeye duruyo lan benim götümün dibinde?! diyebilirsiniz, itersiniz falan ama devam eder hiç umursamadan. anneannenize söylersiniz, yanımda dur bir şey olmaz der ama olur, herifin nefesi ensenizde siki götünüzün dibindedir. sonra ilk otobüsü değiştirirsiniz, adam da sizinle otobüs değiştirir. gene götünüzde durur. gene değiştirirsiniz gene götünüzün dibindedir. artık direkt yalvarırsınız nolur karakola gidelim, bu adam beni üç saattir takip ediyo dersiniz, anneanneniz der ki "eve girince bi şey olmaz". olm nasıl olmaz lan herif evinizi öğrenicek! dedenizden telefonunu istersiniz, cimri adam telefonunu vermez, evden ararsın der. artık tecavüzü kabullenmişsinizdir. derken son otobüs değişiminde, adam hacıosman ormanına bakaaar, bakaar bakar ve tam otobüse binecekken, küfreder ve adımını geri çeker. böbrek hastasısınız ve böbrek bulunmuş gibi sevinirsiniz. eve gelip olayı dayınıza anlatırsınız, inanmaz. (ne bok bi ailem varmış şimdi çözdüm amk) annenizi ararsınız, inanır ve anneannenize ve dedenize ölesiye bağırır. eh en nihayetinizde götü kurtarmışsınızdır. bir dahaki sefere daha dikkatli olmalısınızdır.(yaş:12)
 

  evet sevgili okurlar, kendinize mukayyet olun, aman götünüzü sağlam tutun. bu belediye otobüslerinde daha neler yaşarııız neler kim bilir. elbette ki şehirler arası otobüslerde sevişin, ama karşı taraf istekli olsun be anacım, kanırtmanın alemi yok.  belediye otobüslerini rahat bırakın ama. nolur.

21 Mart 2013 Perşembe

"İşe Kabul Edildiniz" den Sonra 3 Gün

  işsizlik günlerim hızla gelip geçti, artık bir işim var. bla bla adlı kitabevinin yeni satıcısıyım. sırf sigorta ve iş yerinin istediği belgeleri toparlamak üç günümü aldı. henüz işe başlamadım. daha dün teslim ettim tüm evrakları. yarın öbür gün başlarım herhalde. neyse efendim, kısaca size bu belgeleri toplama maceramı anlatmak istiyorum. tabii ki devlet dairesi muhabbetleri ne denli ilgilendirir sizleri bilemiyorum ama, gene de anlatmak istedim işte:

öncelikle sağlık belgesi. en çetrefillisi odur belki. neden? yok verem savaş'a git, yok ordaki onaylanan belgeyi daha fazla para kazanıcak diye aynen başka bir kağıda geçirerek 30 lira alan doktora ver falan. bu en az iki gün sürüyor artık, zira özel poliklinikler dışında kimse sağlık belgesi falan vermiyor. en korkuncu, verem savaş. her köşe başından ağzında maskesiyle zayıf bir insan çıkabiliyor. ki kelebeğin rüyası filminde olduğu gibi bir mert fırat, bir kıvanç tatlıtuğ beklemeyin. buradan aldığınız belgeyi, bi de piç kurusu bi doktora onaylatmanız lazım, neden? çünkü verem savaşta size "ciğerleri bal gibidir" raporunu kabul etmiyorlar artık, bi de doktor size "temiz" damgası yapıştırmalı. tabi ki yapmalı, ama bunu rapordaki yazıları farklı bir kağıda yazıp üzerine 30 tl alınca bi hissediyorsunuz götünüzdeki o sızlamayı.

neyse, muhtarlıktan alınan belgeler vesaireler falan filan... muhtarlar genelde baba adamlar oluyor onlarla sorunum yok, asıl sorun her boka surat asan muhtarın yanındaki yardımcı kadın. yahu hiç mi gülmez bir insan?!

neyse neyse, geleliiim adliyeye. sabıka kaydına. çağlayan'daki o koccaman yeri gördünüz mü? ben kayboldum orda. kaybolmayan bir kul varsa, o da onun şansınaymış diyelim. imkansız çünkü. yanlış girişten girmemek lazımmış.

okuldan öğrenci belgesi almak isterseniz tam anlamıyla bir sorun. çünkü öğrenci işlerindeki adamlar kendilerini ne bok sanıyolarsa, her şeyle dalga geçebilirler ve her şeyi sallayabilirler.

ö.i.a.(öğrenci işlerindeki adam): senin neyin vardı?
v: ben öğrenci belgesiyle transktipt (amk ne zor söyleniyo lan bu!) almaya geldim de ne zamana çıkar?
ö.i.a: sistem gelirse yarım saate gelmezse akşama çıkar.

ardından beklemeye başlanır. aylardır okula uğramamışsınızdır ve şansınıza okuldaki tek insanlar, diğer fakülteden kıçları kalkık öğrencilerdir. muhabbetleri hiç çekilmez çünkü doktorluk okumaktadırlar. sürekli içinizi kaldıracak muhabbetleri, birbirlerine patlıcanlı pilav tarifi verirmiş gibi anlatır ve bundan büyük keyif alırlar. siz de tekrar kalkarsınız ve öğrenci işlerine gidersiniz. ama sizin demin konuştuğunuz adam değil, bi boktan anlamayan pezevenk vardır.

ö.i.p.(öğrenci işlerindeki pezevenk): ne vardı canım senin?
v: transktipt ile öğrenci belgem vardı.
ö.i.p.: ha ne zaman başvurdun?
v: yarım saat önce. 11.30 da gel alırsın demişlerdi.
ö.i.p. : (saate bakar ve) haha4hahahadakkahahahadahahahahavarhahahsonrahahahagelhaha!
v: (hahaları çıkarıca 4 dakka daha var, sonra gel dedi galiba, pezevenk hala gülüyo, kendi söyledi kendi gülüyo ne mal!)
ö.i.p.:öhöm!neyse,senin dosyanı imzalatmaya gittiler, gelirler şimdi.

siz beklemeye devam edersiniz, bi yandan adamın ne kadar salak olduğunu yanınızda duran kızla bakışarak birbirinize anlatırsınız ve bıyık altından gülersiniz derken, öğrenci işlerindeki diğer pezevenk elinde dosyalarla gelir:

ö.i.d.p:belgelerinizi mi bekliyodunuz?
v.:evet. hemen alabilir miyim ben? işim acil de.
ö.i.d.p: nee acelen var ya!? veronik! di mi?
v:evet...(olm bilerek bu herifleri çalıştırıyolar ya! biz katliam yapalım diye!!!)

sonunda öğrenci belgenize de kavuşursunuz. fotoğraf falan da çektirince, hiçbir eksiğiniz kalmaz  ve sonunda belgelerinizi iş yerine teslim edebilirsiniz. ama, iş yeri sizi tam yemek saatinde çağırdığından içinizden okkalı bir küfür sallar ve bir saat de onu beklemeye koyulursunuz. ulan pezevenkler! ne çağırıyosunuz lan yemek saati, insan 3 te gel falan der di mi?!

öhöm, neyse. bunların hepsi ortalama 2-3 gün sürüyor. çünkü tüm yerler birbirine çok uzak ve siz daha 2. veya 3. belgeyi alırken .mınıza koyulduğunu hissediyorsunuz.

işe tüm yeni girenleri tebrik ederim. maaşınızın ilk 100 lirası bunlara gidecek, bilginize. bu arada d&r 750 tl maaş veriyomuş, başvuracaklara duyrulur. yok ben d&r da değilim. ben 770 tl alıcam. üstüne götümü isteselerdi bari dicem ama, parasızlık nelere kadirmiş, gördük. öpüyorum bebeklerim, sonra görüşürüz!

20 Ocak 2013 Pazar

Geri Döndüm!!!

merhabalar sevgili birkaç okuyucu arkadaşım. meşguldüm biraz son zamanlar ilgilenemedim bloğumla. sanırım biraz ara vermek zorundaydım. günlük gibi yazdığım şu birkaç şeyi yazmayıp, güzel şeyler olsun istedim. aslında oldu. kısa film çektik, daha geçen hafta bitti. ben de o kadar çok keyif aldım ki, iş başvurularını falan hepsini bir kenara attım. şimdiki projem, en kısa zamanda yeni filmler çekmek. ama işin kötüsü de bu bedava olan bir şey değil işte.

deli gibi çalışırken, kafanız o denli dolu oluyor ki, pek bir şey düşünemiyorsunuz. ben bunu sevdim galiba aslında. sevdiğim bir işi deliler gibi yapıp, sabahlara kadar uyumayıp sürdürmek. hayatı çekilir kılarmış meğer. bilirdim elbette ama günlüğü 50 tl ye çalıştığınız işlerde öyle olmuyor o.

düşününce, neler yaptım meslek hayatımda şöyle bir gözden geçirirsek:
- çizgi roman mağazasında satış
- fuar ve organizasyonlarda hosteslik
- bir kanalda programcı asistanlığı
- call center'da müşteri temsilciliği
- banka icra takibi
- bir diğer kanalda ses asistanlığı...

aslında uzatsak gidebilir daha. yetmedi demek ki, mutlu olamadım. ben de hepsinden çıktım, "okulum bitince başvururum o zamana kadar hadi film çekelim!" diye bir ruh haline girdim. filmlerimizi görseniz -affedersiniz ama- bi boka benzemiyo aslında. sadece çekerken aldığımız keyfin ve öğrendiğimiz şeylerin haddi hesabı yok. merak edeniniz olursa mesajlarınızı beklerim. konuşalım, belki meraklanmışsınızdır.

bundan böyle daha sık görüşeceğiz! iyi geceler!