"neyin var senin! neden hiç konuşmuyorsun benimle? bir şey mi yaptım?"
"beni yalnız bırakır mısın?"
"şu ergen triplerini bırakır mısın? bir derdin mi var senin?"
"sadece, konuşmak istemiyorum."
elime bilekliğini aldım.
"bu bende kalabilir mi?"
"hayır, geri ver onu bana."
sinirlenip bilekliğini yere atmıştım.
"sana iyilik yapmak istiyorum ama sen tek iyi bir harekette bulunmuyorsun bana! yeter! ne bok yersen ye!"
konuşmadım sonra. bir hafta kadar konuşmadım. geceleri uyuyamıyordum da. sürekli neden bana öyle davrandığını çözmeye çalışıyordum. bulamıyordum. ertesi sabah, daha fazla dayanamadım, önündeki masaya gittim oturdum.
"nasılsın?"
"iyi."
"konuşmuyor muyuz hala?"
"konuşuyoruz."
"barışalım mı?"
sarıldım sonra. parfümü hala çok güzeldi. ardından iki saat boyunca, aynı pozisyonda oturdu. ellerini oturduğu yerin altında birleştirmiş, kafasını sıraya dayamıştı. sonra o küçük not defterine bir şeyler karaladı. yanına gittim.
"bir sorunun mu var?"
"yok, iyiyim. ben dışarı çıkacağım."
"not defterini okuyabilir miyim?"
"bilmiyorum..............................sen bilirsin."
şiir... jilet kırmızısı paltolu kadın
yağmurun altında ona bakan buğday saçlı kızın ona baktığında hissettiklerini yazmıştı. ben olamazdım. olmamam gerekirdi. en yakın arkadaşım olarak kabullenmeye başlamıştım. başka çarem yoktu. defteri bıraktım ve yerime oturdum. geldi.
"okudun mu?"
"evet.."
"güzel olmuş mu?"
"yazdıklarının en güzeli."
"ilk defa beğendin."
"evet. ilk defa sanırım."
29 Mayıs 2012 Salı
Jilet Kırmızısı Paltolu Sarışın Kadın 4
ben bir aşk hikayesi anlatıyorsam, kötü taraflardan kaçınmayı yeğlerim. bu yüzden, hala hatrıma gelince sinirimi bozan ayrıntıları düşünmek, yazmak, paylaşmak istemiyorum. eğer o anlattığım kişi, okursa bunları, bu blogu keşfeder, kendini görür ve şaşırırsa, onun da sinirini bozmak istemem.
bir sene geçmişti anlattıklarımın üzerinden. bu sefer de,"amadeus'u izlemeye gelir misiniz?" diye soruyordu. kimse istemedi. moralinin nelere bozulduğunu artık çok iyi biliyordum. ailesi evde yoktu, yalnız kalmayı sevmiyordu ve arkadaşları arasında sürekli daha da popüler olmaya çalışıyordu. ama varoş okuluna gittiğimizi unutuyordu. kim izlemek ister ki amadeus mozart'ı o okulda!
"ben gelirim."
"başka kimse gelmeyecek ama."
"önemli değil. ben merak ediyorum. annenin müthiş dolmalarından varsa daha çok isteyebilirim tabi!"
evet, o dolmaların tadını iyi biliyordum! çünkü, nedenini hatırlamadığım bir şekilde, daha önce o eve gitmiştim. annesi de, lahana sarması yapmıştı ve hayatımda bu denli lezzetli bir dolma yememiştim! doğru tahmin, ben de o eve girenlerden biri olmuştum o bir yıl içerisinde. sözel sınıfında.
"üzgünüm dolma yok."
filmi izlerken farklı koltuklarda oturduk. sonradan anlattığına göre, benim çekinmememi istemiş. ona zarar vermememi. ben de merak etmiştim, neden böyle bir şey düşüneyim ki? diye. orası uzun hikaye, merak edenlere ya da günün birinde içimden gelirse anlatabilirim. ama sanırım gelmeyecek asla...
filmin bitmesine yarım saat kala, bakışımı yakalaması kötü olmuştu. en azından ben çok utanmıştım.
"gel gel! otur şöyle yanımda!"
gülümseyerek yanına gidip oturmuştum. ama ne öpmüştü, ne elimi tutmuştu, ne elini omzuma atmıştı... sadece yanında oturuyordum işte. film bitti... ben ağlıyordum sonunda tabi ki, izleyenleriniz bilir.
ama, o evden nasıl çıktım, ne dedim, nasıl davrandım hatırlamıyorum.
birkaç hafta sonra, yağmurun başladığı bir gün, önünde durup bir şeyler demek ister gibi uzun uzun baktım.
"n'olur bakma öyle!"
bir sene geçmişti anlattıklarımın üzerinden. bu sefer de,"amadeus'u izlemeye gelir misiniz?" diye soruyordu. kimse istemedi. moralinin nelere bozulduğunu artık çok iyi biliyordum. ailesi evde yoktu, yalnız kalmayı sevmiyordu ve arkadaşları arasında sürekli daha da popüler olmaya çalışıyordu. ama varoş okuluna gittiğimizi unutuyordu. kim izlemek ister ki amadeus mozart'ı o okulda!
"ben gelirim."
"başka kimse gelmeyecek ama."
"önemli değil. ben merak ediyorum. annenin müthiş dolmalarından varsa daha çok isteyebilirim tabi!"
evet, o dolmaların tadını iyi biliyordum! çünkü, nedenini hatırlamadığım bir şekilde, daha önce o eve gitmiştim. annesi de, lahana sarması yapmıştı ve hayatımda bu denli lezzetli bir dolma yememiştim! doğru tahmin, ben de o eve girenlerden biri olmuştum o bir yıl içerisinde. sözel sınıfında.
"üzgünüm dolma yok."
filmi izlerken farklı koltuklarda oturduk. sonradan anlattığına göre, benim çekinmememi istemiş. ona zarar vermememi. ben de merak etmiştim, neden böyle bir şey düşüneyim ki? diye. orası uzun hikaye, merak edenlere ya da günün birinde içimden gelirse anlatabilirim. ama sanırım gelmeyecek asla...
filmin bitmesine yarım saat kala, bakışımı yakalaması kötü olmuştu. en azından ben çok utanmıştım.
"gel gel! otur şöyle yanımda!"
gülümseyerek yanına gidip oturmuştum. ama ne öpmüştü, ne elimi tutmuştu, ne elini omzuma atmıştı... sadece yanında oturuyordum işte. film bitti... ben ağlıyordum sonunda tabi ki, izleyenleriniz bilir.
ama, o evden nasıl çıktım, ne dedim, nasıl davrandım hatırlamıyorum.
birkaç hafta sonra, yağmurun başladığı bir gün, önünde durup bir şeyler demek ister gibi uzun uzun baktım.
"n'olur bakma öyle!"
Jilet Kırmızısı Paltolu Sarışın Kadın 3
"hafta sonu benimle tiyatroya gelecek olan var mı?"
diye sordu bir gün. en yakın arkadaşları, hayatlarında ya hiç tiyatroya gitmemişler, ya da nefret ediyorlardı. ama ben, tiyatro oyunlarına oldum olası bayılırdım. üstelik, yetkin dikinciler oynuyordu baş rolde: müfettiş.
"ben gelirim."
"birkaç kişi daha gelecek. bıdıdı ve bıdıdı da gelmek istiyor."
gelmediler. dediğim sebepleri saymışlar.
"bizimkilerin gelmemesi çok saçma. tiyatro sevilmez mi!" dedi.
"bilmem, ben çocukluktan beri giderim."
"gerçekten mi! ben ilk defa geçen sene gittim!"
salak esprilerim de vardı tabi, buradan anlatmak istediğimi zannetmiyorum. sadece "salak espri" olarak bilin, yeter.
sonra sordu:
"peki hiç operaya gittin mi?"
"hayır. gitmedim."
"ben geçen sene gittim. tek. gelecek kimseyi bulamamıştım."
"bu oyuna da kimseyi bulamasan tek mi gelecektin?"
"evet. bence tek gitmek sorun değil. çevremde benimle aynı şeyleri seven kişi pek yok. abim de istanbul'da değil. eskişehir'de okuyor. yoksa onunla gidebilirdim."
oyun, tam anlamıyla müthişti. ilk buluşmamızdı. ama ilk buluşmamızın onun için bir önemi yoktu. sadece oyuna gelecek biriydim ona göre. onun ilgisi başkasındaydı. kara kaşlı kara gözlü, muhafazakar bir ailenin "şirin mi şirin" kızı. yazdığı tüm şiirleri, oyunları ona yazıyordu. şimdi hatırladım, lise 2'ydi!
gözü kimseyi görmez, kulağı kimseyi işitmez bir halde, bir buçuk yıl, o kızla göz göze gelebilmek için uğraştı. sonunda elini tutabilmeyi başardı ama. onunla olmayacağını anlayınca, üst sınıflardan bir çocukla vakit geçirmeye başlamıştım. cılız, sarışın, mavi gözlü ve inanılmaz sıkıcı bir çocuktu. sarışın mavi gözlü herkes yakışıklı değildir, bunu unutmayın. geçirdiğimiz sıkıcı randevulardan sonra, ayrıldım. ertesi sabah, sınıf kapımızın karşısındaki bir odanın girişinin basamağına oturdum.
beş dakika sonra o geldi.
"bir şey anlatacağım sana."
"tamam."
"bekle."
geldi basamakta yanımda kalan yere oturdu.
"ben ayrıldım dün."
"ayrıldın mı? neden peki?"
"bana göre değilmiş işte. onu anladım."
"bir şey diyeyim mi? ben de ayrıldım dün."
"sahi mi?! neden?"
"bana göre değilmiş."
arkadaşça yapılmış bir açıklamaydı sadece. birine anlatma, söyleme isteğinden kaynaklanan. birkaç dakika sonra, yanımıza başka bir kız geldi.
"çocuklar, ben ayrıldım dün."
26 mayıs, birilerinin birilerinden ayrılma günü gibiydi. astrolojik açıdan mıydı neydi bilmem ama çok gereksiz insanlarlaydık hepimiz de.
bir gün, onun yanında otururken, kalemim yere düştü. parfümünün kokusu geldi burnuma. o kadar güzeldi ki... sonra malum açıklama işte "ben sözele geçmeye karar verdim."
Jilet Kırmızısı Paltolu Sarışın Kadın 2
üniversite için her zaman büyük hayallerim oldu. yeni arkadaşlar edinecektim, çimlerin üzerinde oturup insanlarla muhabbet edecek ve müthiş bir çevre yapacaktım, ailemden uzakta, şehir dışında okuyup, kendime bir ev tutacak, bir yandan salak bir işte çalışıp, bir yandan okuyacak, geleceğin büyük avukatlarından olacaktım.
bir gün, benim ölümüne sevdiğim çocuk, zamanında biricik dostum olan şahıs, "ben sözele geçeceğim. tm de yapamıyorum." dedi.
onunla ayrı sınıflarda okumak demek... zaten karşısında hiç olmayan şansımı, daha da yokuşa koşardı. neden şansım yoktu: çok sevimliydi, çok popülerdi ve çok güzel bakmasına rağmen, ben öyle bakmadığı kızlardandım. en yakın arkadaşı ben değildim, ama benim en yakın arkadaşım oydu. nereden anlamıştım olmadığımı, diğer arkadaşlarını çoktan evine davet edip ailesiyle tanıştırmış ve az çok bir yer edindirmişti hayatında.
insanlar onu evlerine, kafelere, sinemalara davet ediyorlardı. büfenizde, aile üyelerinden birinin zamanında getirdiği ve zamanla tozunu almaya bile üşendiğiniz biblolar olur ya, öyle bir histi içimdeki. sanki onunla aynı sınıfta okumasak, ben unutulacaktım.
"alo? ben de sözele geçeceğim. pazartesi gidecek misin okula?"
dilekçemi vermeye gittim. işin garibi, dilekçe yazmayı bile bilmeden, sözel bölümü seçiyordum.
"ne harika! artık avukat olamayacağım! leydimizin sivri dilini iyi kullanacağı başka bir iş bulması lazım artık!"
çıkışa kadar göremedim onu. sürekli gözüm kapıdaydı, ama girmiyordu bir türlü. ben tam okulun kapısından çıktım, karşıdan geliyordu: tüysüz, sarışın, kocaman gözleri ve kafası olan, gergin çocuk... ellerini o denli yiyordu ki, artık şekli bozulmuş, saçma sapan bir hal almıştı. aklına ne zaman bir şiir dizesi gelse, not defterini çıkarır, ona bir şeyler karalardı. işin kötüsü; çok kötü şiir yazardı. ama sevgili arkadaşları bu şiirleri her zaman severdi. "sen ilerde çok büyük bir şair olacaksın!" derlerdi. oysa ben gerçekçi davranıp "üzgünüm ama beğenmedim." diyip, sürekli daha da uzaklaştırırdım onu kendimden.
"dilekçe mi vermeye geldin?"
"ben dilekçemi verdim."
"ben kararsızım, sence geçmeli miyim sözele?"
geçmeli miydi?! ben onun için dilekçemi vermiştim ve artık avukat olamayacağım çok açıktı!
"tabi ki! anladığım kadarıyla sen de benim gibi matematik özürlüsün! matematikte bir şey yapamadan nasıl öss'yi kazanmayı beklersin ki!"
"haklısın... ben giriyorum."
"ben bekleyeyim mi?"
"sen bilirsin."
sen bilirsin! umutsuz vakalara aşık olmakta üstüme tanıyamadım henüz! çocuğun beni sevmeyeceği apaçık belliydi işte! ama artık, gene, aynı sınıftaydık. her ne olursa olsun okulda onsuz bir gün çekilemezdi.
ve ben, bir avukat olamadım.
28 Mayıs 2012 Pazartesi
Jilet Kırmızısı Paltolu Sarışın Kadın
yalnızlıktan sıkıldım. kaç kişi sürekli yalnızlık duygusu yüzünden depresyona girer aramızda bilemiyorum. ama ben sık sık muzdaribim bu konudan.
kimisinin arkadaş çevresi çok iyidir, sevgilisi yoktur; kimisinin sevgilisi vardır, arkadaş çevresi yoktur; kimisinin hiçbir şeyi yoktur; kimisinin de hem sevgilisi hem de müthiş bir arkadaş çevresi vardır. en kıskanılacak olanı tahmin ettiğiniz gibi; sonuncu.
ben hiçbir zaman iyi arkadaş çevresi edinebilenlerden olmadım. en kötü ihtimalle iyi arkadaş çevresi edinip, dostsuz kaldım. beceremedim. gel bi bira içelim desem, gelecek kimse yok. en kötüsü, sevgilim bile gelmez.
haftalardır sevişebilmeyi geçtim, görüşemedik bile. olmadı. bende de rahatsızlık sorunu var. yani kafam her konuda rahat olmazsa, bacaklarımın birbirine kenetlenmesi ve bir daha açılamaması durumu... o evin içerisinde dört saatten az kalırsam, fahişe gibi hissediyorum, gibi...
dün gece, telefon geldi: abim erkenden gidecek, gelir misin?
: akşam sınavım var.
: yani?
: peki. gelirim.
her şeyin normal gelişmesi üzerine, ertesi sabah evdeyken "abi okula gelmen lazım ödev teslimi!" diye telefon geldi, tam ben seks sonrası uyuşukluğumu yaşarken, sevgilime. gözlerimin dolduğunu, ellerimin titrediğini ve inanılmaz kötü hissettiğimi saklamaya çalışarak, bir anda yataktan fırlayıp giyindim.
er kişi de bu hareketimle: ne oldu?
: işin gücün var, ben gidiyim.
: gitme gitme. bana sütlü kahve yapar mısın?
akabinde hemen sütlü kahve yapmaya gittim. her saklanabildiğim yerde ağlamaya başladım. bu, ona kızgınlığımdan mıydı, yoksa mutlu olabileceğim tek günde bile her şeyin ters gitmesi, benim zaten kötü olan moralimi daha da mı kötüleştirmişti...
o da kötü hissediyordu belki, ama benim bu ruh halimin gidişatı nereye varacak bilemediğimden, garip davranmaya başladığımı fark ettim artık.
yakın arkadaşım yok sayılır. sınav için okula gittiğimde, beni masasına davet edecek arkadaşlarımın olduğunu da gördüm, uzun uzadıya muhabbet ettiklerimin de. ama sınav dönemindeyiz, herkes kafasını notlara gömmüştü. "biraz dertleşebilmek için neler vermezdim" diye düşünüp derdimi anlatmaya başladığım, veya kafamı dağıtmak için uğraştığım zamanın yalnışlığı "e sus artık!" cevabına vesile oldu. karşılıklı dalga geçmek için yaratılmış olduğunu düşündüğünüz arkadaşınızın bile tepkisi şu oluyor "şimdi seninle ne geyik çevirirdim de, kalıcam, dinlemem lazım!"
akşam olup da, er kişiyi aradığım zaman büyük bir heyecanla, cevabı şu oluyor:
babamın telefonuna müzik yüklüyordum.
siktir git o zaman! diyesi geliyor insanın. diyemiyor. boğazınızın düğümlendiği zamanlar olur ya...
yalnızlık kötü şey. yıllardır içinde bulunduğum şu depresyon halinden kurtulamadım. lisedeyken, kabullenmiştim ben yalnızlığı, çünkü orta 1 den beri annemle babam boşanmış olduğu için kimse arkadaşlık kurmamıştı benimle.
sonra bir gün "jilet kırmızısı paltolu sarışın kadın" oldum.
25 Mayıs 2012 Cuma
En Destursuz Rüya
kıçın açıkta kalması tabirini duymuşsunuzdur, ama böyle bir rüya için bir kıç yetmez... başka nerem açıktı bilemiyorum ama, pek bir destursuz rüyaydı lan, baştan söylüyorum: mantık aramayın! sonra derseniz ne salak lan bu veronik ne bok şeyler yazıyo, o, hayatımda gördüğüm en saçma rüyayı anlatmam kaynaklı. izninizle, derin bir iç çekerek başlıyorum:
kuzenim, alelade bir adamdan hamile kalmıştı ve silent hill'deki hastaneye benzeyen bir yerde, doğum yapıyordu. ama doktoru da yoktu, doktoru, tüm sülalemizdi. sonra nereden aklıma esiyorsa, saçlarımın bembeyaz olduğunu ve sevgilimle buluşacağımı düşündüm, babaannemle saç rengimiz aynı diye onun şu çalkalanan boyasını alıp, saçıma sürdüm, bir baktım ellerim kıpkırmızı olmuş! meğer ben kırmızı boya sürmüşüm kumral saçlarıma... deli gibi yıkamaya çalıştım durdum, üst tarafın rengi geçti ama arka kısmı kıpkırmızı kalmıştı. saçlarımı kurulamak için, hastanedeki "otel odasına" gittim. bir baktım anneannem gelinlikler içerisinde! dedemin vefatı 2 sene olmuştu, bizim 70'lik çıtırımız, en büyük boy gelinliği üstüne giymiş, elinde de bir çiçek! "anneanne kırmızı kurdele de ister misin?" dedim ilk ifademde o da her zamanki gibi "dalga geçme benimle! kabuğunu beğenmiyo şuna bak!" neyse efendim, saçlarımı kuruttuktan sonra "el kurutma makinesinde" ben okula gittim. okul ilk defa bu denli büyüktü. yakışıklı ve siyah giyiminden kendini belli eden ülkücü bir çocuk bana yazmaya başladı. e kimin hoşuna gitmez ki, yürümeye başlayınca sapa bir sokağa çıktığımızı fark ettim. "ne işimiz var burada?" dediğim anda üstüme saldırdı hayvan ama, kurtulup koşmaya başladım. arkamda o da vardı, uzuuuun bir süre koşuştuk ve ben, "insanların toplanma mekanı" na vardım. tanıdığım tanımadığım bir sınıf dolusu kalabalık vardı. benim kaçırılmamı konuşup dua gibi bir şey ediyorlardı. arapça değildi o kesin. ertesi gün nereden vardık bilinmez, eskişehir turuna başladık. ama ben anneannem ve babaannemle çok sıkılan kuzenime ve kendime bir kıyak geçerek dedim ki: biz yarın anadolu üniversitesine gideriz, sonra da ben çiğ börek ısmarlarım kuzenime. bu çocuk öss'ye girecek, görsün üniversite nasıl bir yermiş! biz çıktık onunla başladık gezmeye. ertesi gün gene "insanların toplanma mekanı"na gittik. birini kurban ediyorlardı. "ne yapıyorsunuz siz!" ama onlar gene ayin ya da bir şey esnasındalardı ve beni duymadılar. 2-3 kişi aynı kostümü giymiş, öldürülen ise tek rengi giymişti, taşlar buldum sonra aynı o kıyafet desenlerinde...
rüya büyük ihtimalle devam ederdi, ama benim kapım o anda zorlanınca, uyandım. "hassikktiirrrr!" şeklinde uyandım hatta. "noluyo lan!" meğer, aşağı komşunun arkadaşı kalıyormuş evde, kız anahtarı vermiş ona, o da ev, bizimki zannetmiş... yoksa... yoksa....
yoksası yok işte.. kıçım açıkta kalmış olmuş bitmiiiş!
24 Mayıs 2012 Perşembe
Kızlar Arasında: Penis Boyu Dedikoduları
kızların birbirlerine her şeyi ama her şeyi anlattıklarını bilir misiniz? yani yatakta kalmasını istediğiniz bir sorununuz varsa, o, yatakta kalmayacaktır. kız tarafı o sorunu en yakın kız arkadaşlarına anlatacaktır. ve onlar da diğerlerine diğerlerine diğerlerine... erkekler, ilişkilerine ciddi bakıyorlarsa da, kimseye anlatmazlar olan biteni. ancak çok üstünkörü olabilir, ya da ima edebilir. ama kızlar, ah kızlar ah!
ilk ne zaman, nerede, kiminle, hangi pozisyonda, kaç dakika sevişmiş ve penisi kaç santim... sevgili erkekler; sevgilinizin en yakın arkadaşları penis boyunuzu biliyor. şaşırdınız mı? lisedeki en yakın arkadaşımın erkek arkadaşıyla yatması ve çocukla ilgili her şeyi öğrenmem, sadece bir iki saat sonrasıydı. ve başka bir sürü arkadaşımın hikayesini de ertesi gün, penis boylarıyla birlikte öğrendim. çok da umrumdaymış bilmem kimin penisinin uzunluğu gibi.
işin garibi, düşündüm de, sanırım benim gibi bazı konularda ketum olanlar da var. mesela ben sadece gecenin en güzel taraflarını anlatıp, ayrıntı kısımları atlamaya çalışır, bu yüzden çok sinir ederim insanları. kızgınlık ifadesi de şudur ki: "ben sana söyledim amaaaaa!" (sevgili tikicanıma burdan sevgiler!)
evet... şimdilik bu kadar yeter. görüşürüüz!
20 Mayıs 2012 Pazar
Seni Unutmayacağız Atam!
Dün 19 Mayıs'tı. Ata'mızın, Samsun'a çıkarak kurtuluşumuzun savaşını başlattığı gün. söz verdim kendime. "Bu sene boşu boşuna geçirmeyeceğim!" Anıtkabir'e gitme hayalim vardı. Olmadı. Ben de kaptım bayrağımı, çıktım Şişli'deki yürüyüşe katıldım. Bu da oradan küçücük bir kare. 19 Mayıs'ı engellemeye çalışan ibnetorlara gelsin!
Unutmadık, unutmayacağız!
Senin gibisi gelmedi bu dünyaya Atam!
Unutmadık, unutmayacağız!
Senin gibisi gelmedi bu dünyaya Atam!
Akkarin'e İthafen
günlerdir kendimi evime kapattım, kurgu yapıyorum. final ödevimiz için gerekli kurgu benim ellerimden geçmeli, kurgucum asiliğini ilan etti. ben de siktiri çektim.
her hareketin önemine, her ses vuruşuna, ses tonuna, renk düzenlemesine bakıyorum sürekli. annem isyan etti ve beni koçtaş a götürdü bugün. eşyaların üzerindeki her renk, anons yapan kızın sesindeki bir anlık düşüş... bunlar hep kulağımı gözümü beynimi sikti geçti.
o değil, ben hala bu kurguyu bitiremedim. sanırım gözlerimin altı çöktü. normalde bana bakan, gözlerimi mememi baldırımı bacağımı görmeye çalışan insanlar siklemedi bile. iyidir iyi!
o değil de, kattniss akkarin misin nesin?! gel lan yardıma! ebem sikildi!
14 Mayıs 2012 Pazartesi
Oldu Bunlar 2
eğer sevdiğiniz kişi size ihtiyaç duyduğunu söylerse, ona yardıma mı koşarsınız, yoksa ne kadar evden çıkmak istemediğinizi söyler durur musunuz?
eğer ikinci seçenek size söylenirse, sevgiden şüphe etmez mi insan? eder işte. geri kalan hayatını geçirmek istediği insan bunu söylerse, güvenini kaybeder. bunun anlaşılması o kadar da zor değil. neden peki bu hödüklük?
bilir misiniz veronik, bir şeylere üzgün olunca gece sayıklar. sayıklama sırasında şuuru kayıptır, istediği gibi davranamaz. aile üyeleri de "kızım sen neden sayıklıyorsun günlerdir?" diye sorarsa, "uyuyamıyorum, yorgunluktan sanırım." diye cevap verir.
ama aşk, güzel günlerinde bu dünyadaki en en en güzel duyguyken, kötü günlerinde de dünyanın en yıpratıcı duygusudur. ve belki de bu hikayedeki bencillik, aşkın öyle çok önüne geçmiştir ki, yazarın anlattığı şeyi bile anlamsız kılmıştır.
ne anlattım ben şimdi mesela?
yaz gelse de, kanepeme uzanıp sabahtan akşama bulutları izleyebilsem...
11 Mayıs 2012 Cuma
Anneanneyle Yaşamak 2
anneannem kadar pis bir kadın görmedim. hayatımda ilk defa bir insan müslüman diye mutlu olacağım, o olmasa, elini ayağını da yıkamazdı bu kadın.
sabah bir baktım, tüm evi dayımın eski bir eşofmanıyla siliyor. oklavaya sarmış tişörtü bir oraya bir buraya, kuru bezle sözde yerleri temizliyor. dedim ki " e be kadın, böyle mi temizliyorsun sen evi? toz bir oraya bir buraya uçuyor!" kızdı bana, " karışma sen benim işime!"
sonra devam etti temizliğe, önce bezi silkeledi, sonra başladı yemek masasını silmeye... "napıyosun sen be kadın?!"
"ne olmuş?"
"o bezle demindir yerleri silmiyo musun sen?"
"temiz ki kızım bu! silkeledim görmedin mi?"
"ay git otur, ben yarın temizlik malzemesi alır silerim her yeri. at şu bezi de çöpe. içimi de kaldırdın..."
sonra akabinde, temizlik malzemesi almaya gittim. viledası, toz bezi vs. vs.vs. eve girişte bulundum.
"bak, sakın bunu da kuru kuru temizlik yapmak için kullanma. koy içeri, yarın temizlicem ben evi."
"tamam tamam. bakıyim, aaa güzelmiş de!"
ben bilgisayarın başına demin tam oturdum, geldi elinde yeni viledayla, hanımefendi heeeeer tarafı kuru kuru "temizlemiş" şimdi de silkeliyo gene camdan...
"anneanne ben demedim mi yarın temizleyeceğim diye evi? gene mi kuru kuru temizledin?"
"içeriyi temizledim, mis gibi oldu!"
"iğrenç iğrenç tozu kaldırdın gene di mi?"
"kimin evi iğrenç? benim mi? sen git, kendi evini temizle de ondan sonra iğrenç de bana! ben herkesten temizim, günde beş kere abdest alıyorum!"
ilk defa düşündüm ki, dinler kadar saçma bir şey yok bana göre belki ama... ilk defa böyle pis bir kadının elini suya soktuğu için, islamı tebrik ettim.
geçen gün de manikür makasımı istedi, ben de verdim. eline iğrenç kokulu kremi alıp ayağına sürmesiyle bir an kalakaldım.
"napıyosun anneanne?" dedim.
"önce krem yumuşatsın sonra kesicem kızım, öyle sert sert kesilmez!"
sabah bir baktım, tüm evi dayımın eski bir eşofmanıyla siliyor. oklavaya sarmış tişörtü bir oraya bir buraya, kuru bezle sözde yerleri temizliyor. dedim ki " e be kadın, böyle mi temizliyorsun sen evi? toz bir oraya bir buraya uçuyor!" kızdı bana, " karışma sen benim işime!"
sonra devam etti temizliğe, önce bezi silkeledi, sonra başladı yemek masasını silmeye... "napıyosun sen be kadın?!"
"ne olmuş?"
"o bezle demindir yerleri silmiyo musun sen?"
"temiz ki kızım bu! silkeledim görmedin mi?"
"ay git otur, ben yarın temizlik malzemesi alır silerim her yeri. at şu bezi de çöpe. içimi de kaldırdın..."
sonra akabinde, temizlik malzemesi almaya gittim. viledası, toz bezi vs. vs.vs. eve girişte bulundum.
"bak, sakın bunu da kuru kuru temizlik yapmak için kullanma. koy içeri, yarın temizlicem ben evi."
"tamam tamam. bakıyim, aaa güzelmiş de!"
ben bilgisayarın başına demin tam oturdum, geldi elinde yeni viledayla, hanımefendi heeeeer tarafı kuru kuru "temizlemiş" şimdi de silkeliyo gene camdan...
"anneanne ben demedim mi yarın temizleyeceğim diye evi? gene mi kuru kuru temizledin?"
"içeriyi temizledim, mis gibi oldu!"
"iğrenç iğrenç tozu kaldırdın gene di mi?"
"kimin evi iğrenç? benim mi? sen git, kendi evini temizle de ondan sonra iğrenç de bana! ben herkesten temizim, günde beş kere abdest alıyorum!"
ilk defa düşündüm ki, dinler kadar saçma bir şey yok bana göre belki ama... ilk defa böyle pis bir kadının elini suya soktuğu için, islamı tebrik ettim.
geçen gün de manikür makasımı istedi, ben de verdim. eline iğrenç kokulu kremi alıp ayağına sürmesiyle bir an kalakaldım.
"napıyosun anneanne?" dedim.
"önce krem yumuşatsın sonra kesicem kızım, öyle sert sert kesilmez!"
9 Mayıs 2012 Çarşamba
Bir Demet Papatya
anneme türlü sebeplerden kızgınımdır. uzun süredir bu böyle. kin tutuculuğum ve affetmeme özelliklerimle bilinirim. ama annedir. büyütmek için gösterdiği türlü çabayı hepimiz biliriz. baba öyle değildir mesela. annenin üzerine atar çocuğu ve sadece sever ya da sadece para verir. ama anne işte...
anneler günü için anneme hediye almaya heveslendim. ama olmadı... parasızlık mı desek işsizlik mi desek yoksa evimizde değil de, merkeze uzak bir yerde yaşayınca evin tadilatta olduğundan dolayı sürekli tüm paramı yola vermek zorunda oluşunu mu göstersek nedenine...
er kişiyi aradım ne yapayım azıcık param var dedim; iş bulunca çok daha fazla para geçince eline en iyisini alırsın. şimdi üzme canını. paran olmadığını senden daha iyi biliyordur o. dedi. haklı sanırım. ama kaç yıldır çöp bile alamadım. e koyuyor... eğer parasını 3 katına çıkarmamışlarsa o gün, bir demet papatya alırım...
bu seferlik de böyle olsun.
8 Mayıs 2012 Salı
Zil Meselesi
geçen gün boş vaktim vardı, eski evimin bulunduğu muhitlerde dolanmaya başladım. sonra aptal babamın bozuk bir arabayla takas ettiği evimizde şu an kimlerin yaşadığını merak ettim, ben de gidip zile bakayım dedim. yanda, sürekli beni izleyen ve beni hırsız zanneden amca olmasa, zilin fotoğrafını çekecektim, çünkü zilin üzerinde, benim soy ismim yazıyordu.
"yuuuh! on sene! on senedir değiştirmek akıllarına bile gelmemiş mi?! " sonraki ifadem de şu oldu ki:
"yuuuh! tüm komşuların isimleri duruyo lan! hepsi taşınmıştı oysa ki!"
sonra tekrar, bir yıla yakındır görüşmediğim babama kızgınlığımı hatırladım. gene o benim gözümde bitmişti ve gene beni, odamdan ayırmıştı sanki. o anki üzüntümü tekrar yaşadım. sağol be baba...
ha ayrıca, sayende kimseye güvenmiyorum. o yüzden de teşekkürler...
"yuuuh! on sene! on senedir değiştirmek akıllarına bile gelmemiş mi?! " sonraki ifadem de şu oldu ki:
"yuuuh! tüm komşuların isimleri duruyo lan! hepsi taşınmıştı oysa ki!"
sonra tekrar, bir yıla yakındır görüşmediğim babama kızgınlığımı hatırladım. gene o benim gözümde bitmişti ve gene beni, odamdan ayırmıştı sanki. o anki üzüntümü tekrar yaşadım. sağol be baba...
ha ayrıca, sayende kimseye güvenmiyorum. o yüzden de teşekkürler...
4 Mayıs 2012 Cuma
Kıbrıs Kumarhaneleri
kıbrıs'taki şu manyak kumar merakını anlayamadım. dışarda pırıl pırıl bir hava var, ama insanlar o iğrenç kumarhanelerde tüm günlerini öldürüyorlar makine başında. kazanabilme hırsı ile deli gibi o minik yuvarlak tuşa basıyorlar. hatta yanımda oturan kadının kırmızı ojeleri o denli aşınmıştı ki ucu ve dibinde hiç oje kalmamış sadece tırnağının ortasında hafif bir kırmızılık kalmıştı. o denli iğrenç tipler yani. hani las vegas'taki gibi bir şey zannedenler, benim gibi, baştan uyarıyorum öyle bir şey yok. içerde yelekli teyzeler var gayet.
bizim evinde kaldığımız kadının annesi de, bir baktık acındırıyor kendini "onca yolu yürüdüm de geldim, ayaklarım koptu ayaklarım!" biz de neden bahsediyor diyoruz... meğer kumarda tüüüüm parasını kaybetmiş bir yol parası bile ayırmamış kenarına, dönüşü de tabanvay yapmak zorunda kalmış. acımamızı mı bekliyor nedir? size yürüdüğü yolu tarif edeyim: bebekten beşiktaş'a kadar.
insan sürekli bir kazanacağım beklentisi içinde olurmuş ya hani. o bana hiç olmadı işte. çünkü günde bir iki kazanacak kişiden birinin benim olma ihtimalim, imkansıza yakındı. insanlar milyarlar kaybederken, ben 25 liralık oynayıp kalktım. canım sıkıldı zira. ama bir gün rulet oynarsam, o eğlenceli olacakmış gibi hissediyorum. ama o "slot machine" ler pek de hoş değil hani. benden söylemesi.
bizim evinde kaldığımız kadının annesi de, bir baktık acındırıyor kendini "onca yolu yürüdüm de geldim, ayaklarım koptu ayaklarım!" biz de neden bahsediyor diyoruz... meğer kumarda tüüüüm parasını kaybetmiş bir yol parası bile ayırmamış kenarına, dönüşü de tabanvay yapmak zorunda kalmış. acımamızı mı bekliyor nedir? size yürüdüğü yolu tarif edeyim: bebekten beşiktaş'a kadar.
insan sürekli bir kazanacağım beklentisi içinde olurmuş ya hani. o bana hiç olmadı işte. çünkü günde bir iki kazanacak kişiden birinin benim olma ihtimalim, imkansıza yakındı. insanlar milyarlar kaybederken, ben 25 liralık oynayıp kalktım. canım sıkıldı zira. ama bir gün rulet oynarsam, o eğlenceli olacakmış gibi hissediyorum. ama o "slot machine" ler pek de hoş değil hani. benden söylemesi.
2 Mayıs 2012 Çarşamba
Anneanneyle Yaşamak
yalnız yaşayan veya yaşadığı evde hiçbir şeyine karışılmayan birisi için, gelip anneannesinin evinde yaşamak çok zor. evimizde tamirat var "hala", bitmedi, bitmiyor. biz de ne yapalım, kalktık anneanneme geldik. sağ olsun var olsun. ama sürekli kuyruk gibi peşinizde birinin dolaştığını bilmek ister misiniz?
okula gitmem gerekiyordu dün, malzeme teslimi için. arkadaşım da gelecekti tek başıma kaldıramam diye, bir iki saat geç kaldı. saat 15.00 oldu. anneannem hemen "bu saatten sonra da nereye gideceksin? uzan işte. ara arkadaşını gelmesin. yarın götürürsün.........." yahu kadın, gitmem gerekiyor ve gideceğim işte! neyine sürekli laf ediyorsun ki, eve geç gelmem gerekirse de geç geleceğim! benim için saat kavramları çok mühim değil ki! neyse, saat 15.30 gibi, çocuk hala gelmeyince bu kez de, "kızım git biraz çörek al, kola al, çocuk aç gelir!" demin çocuğun gelmesini istemeyen kadın, şimdi de misafiri olarak kabul ediyor... "anneanne zaten geç kaldık, yemesin bir şey. vaktimiz yok." bu duydu ya "vaktimiz yok, geç kaldık" hemen başladı "ben demiştim, gitmeyin, ara çocuğu gelmesin, yarın sabahtan götürürsünüz." elbette, dün okula gitmek zorundaydık ve gittik de.
bir de sürekli fazla fazla yemek vermiyor mu bana..."kızım git dolaptaki tüm yemekleri ısıt." "e anneanne çok yemek var burda, ben yemem bu kadarını" "tamam tamam ben de yerim" ben de yerim ne demek bilir misiniz? ucundan bir parça alır ve kalan hepsini sizin önünüze iter. yemeği yemeyince de "ay ay! bozulucak onca yemek! ısıttık da o kadar!" "e ben dedim sana yemem diye" "gel kızım gel bölüşelim."
karikatürlerde yaşıyor gibiyim şu aralar. bir de bitmek tükenmeyen kadın programları var tabi. her gün, kim amcasını kesmiş, kim annesini doğramış, kim karısını aldatmış, kim evlenmek istiyormuş... ayaklı dedikodu maşiiiin! ama anneannem o kadar ağlıyor, seviniyor ki bunlara, resmen o programlarla yaşıyor. "kızım! bak görüyor musun vicdansızları! anneannesini doğramışlar kolundaki bilezikler için!" "anneanne şu kadın da, türkiye'nin sherlock holmes'ü oldu ya! ve hepiniz deli gibi bunu izliyorsunuz ya!"
anneannemin kıymetli, küçük oğlu bize geldiğinde, akan sular duruyor. küçük dediğim 40 yaş, yanlış anlamayın. "veronik dayının çayını koy, veronik dayına havlu götür, veronik git el bezini yıka, dayın ağzını silsin!" öööööhhh artık!!! diyor insan. sonunda ağzını silecek bezi hazırlamayınca, gitti kendisi yıkadı, çocuğunun ağzını sildi. açıkçası garip bir bakışla bakıp: "sıçınca da kıçını mı siliyorsun? eşşek kadar adam ya, silsin ağzını bırak." deyince de, başlıyor "şimdiki kızlar bir garip. herkes görevini bilecek. kadın dediğin çocuğa da bakacak yemeği de yapacak erkeği de mutlu edecek. erkek asla çocuğun altını bile değiştirmeyecek..." piüüüüüüüüüüüüüü! vaay anasını ben bitmişim.
önümüzdeki iki hafta boyunca garip bir an daha yaşarsam anlatırım. iki günde bu kadarını yaşadım. bilmem anlatabildim mi? (aaa bu gece geç geleceğim, bakalım ne olacak! merakla bekliyoruz!)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)